4 Eylül 2006 Pazartesi

GÜNEŞİ GETİRİRİM - (kitap)



Ürün Açıklaması

NECATİ ÇAVDAR - Bir gün (1955) Hıra Dağı’nın ( Hseyinağbad/Ala- ca’da Resul sığınağı Hıra Dağı’na özlemle isim verilen Danlı Dağlar’a bakan bir dağ) eteklerinde dünyaya merhaba dedi.

Nefesini ve gıdasını o özgür ortamda aldı.

Köy önünde her çocuk gibi kelebekler yakalamaya gitti. Ancak güzelli- ğin kelebeklerin özgürce uçuşlarında olduğunu anlayıp hiç kelebek tutma- dı. Ama onlarla koştu koştu...

Başta sazların olmak üzere ıslığın sesinin, çobanın kavalının, suların çağlayışının aynı gaye için olduğunu sezdi.

O hür dağlarda Anadolu’yu anladı.
Bir olan mabuda inandı ve başka hiç bir şeye eğilmedi.
Çok yüce bilinenlerin alçak, birilerinin küçük gördüklerinin ne yüce(!)

olduğuna şahit oldu.
Kendini programcının programına bıraktı.
Olayların peşinde koşmadı. Hep olayların içinde oldu. Başkalarının

telaşla arkasından koştuklarına aldırmaması üzerine ‘sen divane misin?” diyen anasının tespitine uyarak bazı şiirlerini “Divane “ mahlası ile “Çığlık “ismini verdiği kitapta topladı.

Anadolu’yu yaşamak adına kendi isteği ile uç bölgelerde oraların ruh iklimi- ni anlamasına vesile olan dört yıl dağ taş dolaşıp, bir çok ili, ilçe, köy ve mezrala- rı ile gördükten sonra 12 Eylül yönetimi kararı ile bir mekana sabitendi.

“Kim nasıl ne nerde görmüş ise öyle bilir “ sözünün tam karşılığı olarak çeşitli işler yapıp kendi el emeği ve göz nuru ile günlük nafakasını temin etmeye çalıştı.

Bir rızık kapısı kapanıp bir başkası açıldığı bir zaman diliminde büyük bir kültür birikiminin içine düşüp onu hayranlıkla izlerken bu defa 28 Şubat’ın gadrine uğrayarak 40’ından sonra yazı hayatına başladı.

Kendi adı ve “Kurtuluş Codaroğlu”, “Alpay Cantürk” , “Çağrı Akın” mahlasları ile kaleme aldığı yazıları, araştırmaları, çeşitli alanlarda ve çocuk- lardan en “böyüklere” kadar değişik kişilerle yaptığı röportajları ve şiirlerin- den bir kısmı Akit, Yeni Dönem, Tutanak, Vakit, Milli Gazete ve Anayurt gazeteleri ile Cuma ve Anadolu Gençlik, Ses, İzlenimlerle Anadolu, Nida gibi bir çok dergilerde yayınlandı. Halen kendine ait internet mecralarında yayınlanan yazıları ile yazı hayatını sürdürmektedir.

Ankara’nın elitleri ile görüşüp, varoşlarında yaşamaktadır. Bazı değer bilenler Onu “Halk ve Hak şairi” olarak niteler.. Evli ve üç çocuk babasıdır...

Ürün Kodu: kcm44148229
https://www.ciceksepeti.com/arama?query=g%C3%BCne%C5%9Fi%20getiririm%20&qt=g%C3%BCne%C5%9Fi%20getiririm%20&choice=1

.............................................................................................


/////////////////////////////////////
GÜNEŞİ GETİRİRİM
GÜNEŞİ GETİRİRİM
GÜNEŞİ GETİRİRİM
GÜNEŞİ GETİRİRİM
GÜNEŞİ GETİRİRİM





NECATİ ÇAVDAR

Bir gün (1955) Hıra Dağı’nın (Alaca’da Resul sığınağı Hıra Dağı’na özlemle isim verilen Danlı Dağlar’a bakan bir dağ) eteklerinde dünyaya merhaba dedi.
Nefesini ve gıdasını o özgür ortamda aldı.
Köy önünde her çocuk gibi kelebekler yakalamaya gitti, ancak güzelliğin kelebeklerin özgürce uçuşlarında olduğunu anlayıp hiç kelebek tutmadı. Ama onlarla koştu koştu...
Başta sazların olmak üzere ıslığın sesinin, çobanın kavalının, suların çağlayışının aynı gaye için olduğunu sezdi.
O hür dağlarda Anadolu’yu anladı.
Bir olan mabuda inandı ve başka hiç bir şeye eğilmedi.
Çok yüce bilinenlerin alçak, birilerinin küçük gördüklerinin ne yüce(!) olduğuna şahit oldu.
Kendini programcının programına bıraktı.
Olayların peşinde koşmadı. Hep olayların içinde oldu. Başkalarının telaşla arkasından koştuklarına aldırmaması üzerine ‘sen divane misin?” diyen anasının tespitine uyarak bazı şiirlerini “Divane “ mahlası ile “Çığlık “ismini verdiği kitapta topladı.
Anadolu’yu yaşamak adına kendi isteği ile uç bölgelerde oraların ruh iklimini anlamasına vesile olan dört yıl dağ taş dolaşıp, bir çok ili, ilçe, köy ve mezraları ile gördükten sonra 12 Eylül yönetimi kararı ile bir mekana sabitendi. Çeşitli işler yapıp kendi el emeği ve göz nuru ile günlük nafakasını temin etmeye çalıştı.
Bir rızık kapısı kapanıp bir başkası açıldığı bir zaman diliminde büyük bir kültür birikiminin içine düşüp onu hayranlıkla izlerken bu defa 28 Şubat’ın gadrine uğrayarak 40’ından sonra yazı hayatına başladı.

Yazıları, araştırmaları, çeşitli alanlarda ve çocuklardan en “böyüklere” kadar değişik kişilerle yaptığı röportajları ve şiirlerinden bir kısmı Akit, Yeni Dönem, Tutanak, Vakit, Anayurt gazeteleri ile Cuma ve Anadolu Gençlik, Ses, Nida gibi bir çok dergilerde yayınlandı. Halen İçanadolu Bölgesinde yayın hayatını sürdüren Anayurt Gazetesi ve aylık yanlanan İzlenimlerle Anadolu dergisi yazarı olarak ve çeşitli gazete- dergilerde yayınlanan yazıları ile yazı hayatını sürdürmektedir.
Ankara’nın elitleri ile görüşüp, varoşlarında yaşamaktadır.
Evli ve üç çocuk babasıdır...











Editör:
Mustafa Parıldı



Bilgisayar Uygulama:
Sema Çavdar
Tuğba Çavdar
İbrahim Çavdar

ÇAVDAR YAYIN SERİSİ: 2

İrtibat:
GMK Bul. No:47/33
Maltepe –Ankara
0542-346 10 47





Eylül 2002



GÜNEŞİ GETİRİRİM
Beynin patlarken sıcaktan,
Vücudun erim erim erirken,
Uçarken buharın yağ misali,
Dudakların; suya hasret,
Ağustos’ta toprak gibi;
Park park bölündüğünde...
Söndürür yüreğimde Güneş’i;
buz yapar,
Sana, can katan rahmeti getiririm.
Günahların artınca birden,
Kararınca kalpler kirden,
Güneş ile yakar, arıtırım kirden.
Yolunu şaşırdığında;
Zifiri karanlıkta kaldığında,
Boş verince zamana, kendine
Halledemediğinde girift sorunları,
İçinden çıkamadığında meselelerin,
Dumandan görünmeyince alem
Aydınlatmak için yolunu,
Güneşi getiririm.
Düşünce bedbinliğe;
Hafakanlar basıp
Sıkıntıdan patladığında,
Ümitleri tüketip,
Kenarına geldiğinde uçurumun,
Yüzümü sana, kalbimi
Çeviririm ona,
Aydınlatmak için ay gibi seni,
Ödünç alırım ışığı,
Güneşi getiririm...
Kışın;
Buz kesip donduğunda,
Bulutlardan süzer, yıldızlardan toplarım,
Kar kristallerinden biriktiririm,
Yüreğimde ısıtır,
Sımsıcak güneşi getiririm.
Kızgın harları yüreğimde soğutup,
Seni yakmasın diye,
Kendimi tutar eritirim,
Sana; hep ilk yaz güneşini getiririm....

Temmuz l997 ANKARA
NASIL ANLATSAM...
Nasıl anlatsam seni anladığımı,
Yalnız olmadığını aydınlıkların karanlıkların.
Seninle olduğumda halkın yalnız bildiğini
Yüreğimin senle yanıp senle söndüğünü
Kalp atışlarının göz yaşlarımın,
Seninle attığını, sana gittiğini
Yeşile dönmediğini otların,
Sensiz güllerin açmadığını.
Naz yapmadığını goncaların,
Bülbüllerin boşa ötmediğini.
Çağlayıp giden suların,
Denizlerin okyanusta bitmediğini.
Bin bir lezzet sunan nimetlerin
Lezzetleri sensiz tatmadığımı.
Kendinden sulamadığını yağmurların,
Bulutların zerre atmadığını.
Gönüldekini koparmadığını fırtınanın.
Rüzgarın sensiz kopmadığını,
Bir zamanı olduğunu tüm doğumların.
Mayaların sensiz tutmadığını,
Bir anda dindiğini tüm dertlerin.
Seninle ağlayıp seninle gülündüğünü.
Nasıl anlatsam............
Hep dağ ötelerinde olduğunu Şirinlerin,
Ferhatların senin için dağlar deldiğini.
Kalplerinin parçalanmadığını sevenlerin,
Mecnun’un Leyla’yı sende bulduğunu.
Hep sana götürdüğünü tüm izlerin,
Yakub’un Yusuf’u senle gördüğünü.
Sebepsiz gezmediğini enginlerde gemilerin,
Tufan-ı Nuh’un senle dindiğini.
Sevmenin ayrılıklara, hicranlara gark ettiğini,
Her oluşun sende başlayıp sende bittiğini,
Sevenlerin sana dönüp, sana gittiğini.
Sensiz sevginin hepten mahvettiğini
Nasıl anlatsam....
Bildiğimi.....
05.04.1995
DİYEMEDİM
Gezdim dağı taşı, geçirdim yazı kışı
Akıttım teri yaşı, döktüm saçı ağarttım başı
Yıprandı vücudum, çektim çileyi yorgunum diyemedim
Nasıldır yemek lezzet ne bilmedim
Açlıktan açlığı terk ettim
Aç kaldım kimseye;
-“Acıktım” diyemedim
Dudaklarım kurudu susuzluktan
Şerha şerha paralandı yangınlardan
Susadım susamayı kaldırdım;
-“Su” diyemedim
Kimine çok küçük, kimine fazla
Kasılır gerinir eller en ufak şeye nazla
Kendimce unvanı yok ettim;
- “Var” diyemedim
Garip sultan idim bazılarınca
Düştüm kör kuyulara ulu yazılarınca
Hakirliği dost bilip;
-“ Düştüm” diyemedim
Çalışır idim belli belirsiz bazı işlerde
Tutunmak için çabalar, dişlerim de
Olmadı, kaybettim;
-“İşsizim” diyemedim
Yardım edicilerden olmak en büyük arzum
Ağlamak namerde, dert yanmak merde olmadı tarzım
Yıkıldım yardıma muhtaç oldum;
-“ Muhtacım” diyemedim
Bezirgan olup, tezgaha mal alıp serdim
Hiçbir şey satmadım hep para verdim
Dostlara; “buyurun, gelin”;
-“Alın” diyemedim
Sorunlarım oldu aşılmaz dağlar gibi
Bildirmedim bilenler güldüler belki
Hep var idi, tükenmez cevher sanki
-“... Benim “ diyemedim.
Eser verdim;
-“ Bu benim” diyemedim
Kitap aldılar;
-“ Ederini verin” diyemedim
Gezdim çokça verdim ki bakın
Dükkanınıza bırakın da satın-“Sonra aslını verirsiniz “ diyemedim
Suratıma bakıp; “Nereden, nereden..?
Geliyorsunuz..! dediler cevap veremedim
-“Referansınız, dostunuz kim? ” dediler
Bir o yana bir bu yana evirip çevirdiler
-“Meşrebiniz ne? “ dediler bilemedim
Kapağını kenarını kıvırdılar
Gözüme bakıp;
- ” Kim için yazıldılar..! ”
-“Dünya görüşü ne? ” dediler bilemedim
İsim aradılar, hafızalarını yokladılar
-“Kim yazdı bunu? dediler
Başımı öne eğip;
-“Ben” diyemedim.
Sorular..Sorular; cevap veremedim
12.7.1997 Cumartesi
19.00
ENDÜLÜS’TEN....
Mercan kaseler dolu su
Yürekler soğutan
Elhamra’dan akan su
Dan... dan... dan... dan...
Delerken çeliği, mermeri
Duyulmaz ki engel var
Aşılmaz sesler Prene’den
Ah...Prene geçit ver
Fatih’in nal sesleri; inletirken cihanı,
Süleyman’ın krallar titreten fermanı;
Taçlı Haçları “tarken”,
Ahmer’e götüremediler.
Tutuşsaydı aynı eller,
İki koldan koşarken devler,
Al yeleli atlar saçarken alevler
Umranlar mı, ümranlar mı,
Kesti yolları? .. Geçirmediler..
Raks sesini Mehter vuruşuna,
Hangi güç..?
Yetiremediler.
Yetiremediler.
MERCAN’ın “Çınarı”,
Elhamra’dan granitler delen,
Gönüller serinleten suya,
Doğudaki tanı batıda aya,
Balkanda ki kolu,
Endülüs’teki ayağa yetiremediler
Hayali, düşe götüremediler.
Kınalı ellerin, dualı dillerin
-“İmdat”diyen son nefesleri
Duyulmaz ki;
Alplerden..
Haç, Hilal’e örmüş çelik kafesleri
Bir bülbül ötse,
Rakkase sesi duysam
Onu görürüm rüyalarımda
Yedi yüz yıllık parlak medeniyetin
Canı çekilirken beşeriyetin
Bir nahif sanata denk gelsem
Bilirim Elhamra’dan...
Hoş bir ses duysam,
Ne güzellik görsem,
Bilirim Endülüs’ten
Bir ah işitsem
Hatırlarım Endülüs’ü
.......
Yine bir gündönümü
Yedi yüz yıl sonra
Balkanlar kustu
Endülüs’te ki... Tanıdık ahı
..........
Gemileri yakıp dönmemek için,
İddialı medeniyet için gidenler,
Medeniyet(!) e gidenler,
Gel- gitlerle frenler Preneler...
Yedi yüz yıl sonra iddiasız gidenler,
Sığınak oldu şimdi o Preneler...
Yeni bin yılda bin medeniyet için
Çürümüş insanlığa biraz merhem için
Geliyor,
Alp erenlerin hayat veren sesi;
Gürüldüyor artık
Alplerden tertemiz kar suyu
Yeni bir “tan ağartısı”...
5.6.2000/ Ankara
YÜREK KAÇ PARA?
Israrla sesliyor...
”Bir çare “der gibi..
Koşuyoruz ama..
Elinde bir deri çanta,
Diğerinde naylon poşet..
Biri dışa yönelik, başkası..
Diğeri içe yönelik, kendisi..
“Kitap dostundan kitap dostuna “..
Hediye “Sevinç bir uzak düştü”
Çünkü;
Ümitlerin bittiği,
Dostların terk ettiği
Bildik..”Bir an”
Ümit..!
Yaşamak için..
Yaşamak ne için?
Bilinmeyenin kurt gibi kemirdiği
Çınar gibi ümitleri bitirdiği bir an.
Güvende “Çınar altından”
Güven için,
Aranırken bir çatı altı.
Kuş gibi tünerken,
Açlığını gizleyerek
Umuda sarılış gibi
İnsan bu
Ummadığı karşısında..
Bitirilemeyen servet
“Yüreğim var ağbi “ diyor
“Bu yeter bana
Otuz yıl didindim,
Ev yok, iş yok
Hiçbir şey yok.
Başarmak, insanca yaşamak için
Sadece verecek yüreğim var.”
Ve “Sen de yüreğini verdin”.
Ben, yüreğimi koyuyorum
Paraya tapılan yerde
Sahi.. ”Yürek kaç para? ”
.....
ANKARA
04.06.2000/ 17.00
GÜNEŞ DOĞUNCA BATAR
Mahpushane bir tuhaf bina
Süvariden kalma; hatıra, o gün bu yana
Ne izahı mümkün nede tarifi
Görkemli bina önün de bir uzun selvi
Dibinde asılan üç kişi en son ki
Karşıladı nazik bir bayan
İkinci katta; torba dolu bir oda.
Kapısında koskocaman bir balta,
Demir saplı bir baston.!
Tecrit ki, tecrit; tam zindan
Ufak yarıklı iki delikli tuvalet
İçerde b.. duvarla ayrı
Koku ki; ne koku anlayın gayrı.
Hava yok ki ne mümkün teneffüs
Çare yok üstüne kapanmış kapı
Çek pisliği içine.. Yutmuşsun hapı
Uyku mu? Ne mümkün bulursan yatağı
İmdada geldi: Sür, sür hacı yağı
Yatak.. On altı kişiye on şilte
Babanın evimi bura? Hapishane işte
Hemen başlıyorlar; yeni hayata, girişte
Af konuşuluyor; her harekette, işte
Bakıyorlar; biri birine şüpheli şüpheli
Bir kısmı; vurdumduymaz, hem de ümitli
.........
Tecritten lutfile çıkardılar
İnsanlar sayılıp, dizildiler
Kelle adedine göre yazıldılar
Attılar, ahır bozması koğuşa
Gacırdayarak, kapandı kapılar
Yarın mı..? Ne ümit.. Hüzün ve keder
Burada başkadır haller
Burada gözler bir başka parlar
Zaman nasıl geçer?
Voltada sanki zikrini çeker
Çok işler ama
Bir a..duyunca durur diller
Mahkumun.. ışığı.. belki af çıkar
Güneş orada, doğunca batar
Batınca; ...düşse ne çıkar?
Mahkumun çilesi;
Çeker de belki çıkar
.........
Bu gün tam on beş gün oldu
-“Yarın” dedim; hayal oldu
Her an hücrem; hırsız, cani ile doldu
Kimi bir gün, kimi üç günde gitti.
Acılar beni bu hücrede de buldu
Yalnızlık; sırdaşım, yoldaşım oldu
.......
Beklerim haberi gelmez
Gardiyan hiç halim bilmez
Evde bir buçuk yıllık yavrum
-“Geleceğim” diyen babası gelmez
......
Hücre kapısı...tak....tak..
Hırsızı, canisi gitti tek tek
Onlar mı? Adi suçlu!
Bizimki düşünce...
Her dönem büyük tehlike
Aradaki en mühim fark...
1983
HAY’DAN GELİP HU’YA GİDERKEN
Neye boşa dert edeyim
Neden hiçe sevineyim
Niçin, kime dövüneyim
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
Sizin olsun tüm mülkler
Sizin olsun saltanatlar
O’na koşar her saatler
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
Ne dert et ne de kasevat,
O’nun emrinde kainat
Huzur verdiğine kanaat
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
Gerçek dosttur sana Kur’an
Mecnun olup O’na varan
Her oluşu onda bulan
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
İşimiz yok kavga kinde
Dedende ki bu gün kimde
Gurup var seher vaktinde
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
Yer, gökte ki hep devranda
Ne paha olsa kervanda
Kimse kalamaz bu handa
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
İşini yap, rolünü oyna
Olan olur aklını yorma
Divane gam etmez her anda
Hay’dan gelip Hu’ya giderken
19.1.2000
l
İnsan bu..
Kimle, kime,
Nasıl, nerede
Hizmet eder...?
Emrolunduğu yerde.
Sarayları, servetleri terk eder de
Müşahede eder en olmayacak yerde
Ona fareler dost, geçim perde,
Güya rızkı arar; iki metrelik yerde.
Sebep olacaksa...
Bulunur en olmaz, en bilinmez yerde.
Kavgası; kendiyle, kendinde......
II
..........................
..........................
AF
Sabah uyanan binlerce insan;
Af diye kalkar.
Analar yavrusunu af diye sallar
Bebekler; af diye uyur, af diye ağlar.
Af ki; ümittir, yaşama kadar,
Binlerce pişman göz, af diye bakar.
Yüzlerce yavuklu rüyaya afı katar,
Nice kalpler af diye atar.
Af ki; ışıktır, af ki nefestir af ki soluktur.
Af düşlemez ise binlerce insan,
Ne ümidi kalır, ne geçer zaman
Artık af edin beyler; büyüklüktür aman.
Oturmuş; boynu bükük karşıma ihtiyar,
Af sözü duysa ne kadar olur bahtiyar.
Sabah gazete açılır “af”,
Demlenir çaylar içilir “af”
Radyo dinlenir;
Tutulur nefesler, durur kalpler af.
1983 Ulucanlar
Medrese-i Yusufiye
BABANDAN MI KALDI?
Bir ara çalıştırırdım; küçücük bir dükkan
Az kazanır, hep şükrederdim
Devlet; kazanmadan ister vergimizi,
İkide bir kapıya dayanır, bükerdi belimizi.
Birazını da peşin alırdı elimizden mal sahibi.
Gelip ihtiyaç sahibi cevval öğrenciler:
”Pazarları açalım” dedi.
Uydu aklıma, bu fikir; güzel geldi.
Hem talebeler çalışıp, harçlık alacak.
Biraz artırırsa; bize de ekmek kalacak.
Sokaklara bir kaç reklam yapıştırmışlar.
Rakipler görüp; Zabıta ya yetiştirmişler.
Ertesi günü, iki zabıta hemen geliverdiler.
Tam elli milyon cezadan kapı açtılar.
Direnince, sadece dört milyona indiler.
“Peşin yok “ diyerek başımdan gönderdim.
Hemen, belediyeye gidip; olanını bildirdim.
Müdür Özkan, “Mühim değil ben hallederim” dedi
Bir daha da para için bana kimse gelmedi.
...............
Kapattım dükkanı, üç yıl sonra
İşler değiştirdim, çalıştım yıllarca
Dükkâna gelmeyen o zabıtalar
Sonunda karakol, muhtar aramışlar.
Bilinmeyen evi keyifle bulmuşlar
Bir gün evde: “ icra” kağıdı.
Kağıtta “bir sayfanın” para isteği vardı.
Hem abartılı, istek hem de elim dardı.
“Gidip anlatayım; yetkililere gerçekleri,
Yaparlar elbet işleri değil mi? Gerekenleri..”
.........
Başkan yardımcısını bulup;
Sekreterden izinle huzura girip,
Anlattım başıma gelenleri..
-“Aslı ne ise ödeyeyim gerekenleri,
Ama abartılı kesmişler ceza.
Böyle ödemek inanın eza.
Zahmet ederek, dosyaya baktırsanız.
İşin doğrusunu elbet anlarsınız”
-“Olmazzz.. “ dedi.
-“Geçirmişsin gününü,
Ancak mahkeme çözerdi” düğümünü
Yanındaki iş adamı! Ortağı sanki
Dedi:
- ”Ne olacak o paradan ki
Ödeyiverin ne olur sanki”
Dedim ki;
- “Sizin gibi kamudan bir şey istemiyoruz.
-
Biz ‘malı götürüp’ aldığımızdan vermiyoruz.
Ancak boğazımızdan keserek sizlere ödüyoruz.
Hem sizden ihsan da istemiyoruz.
Sadece adaletli davranın diyoruz.”
Eğer söylesem; kim olduğumu.
Ayağa fırlardı; bırakıp koltuğunu.
Görüyoruz işlerin nasıl döndüğünü.
İstedim ki vatandaş olarak
Yaparlar işleri bir yol bularak
Çünkü geldiler ” adil düzen” diyerek
Sustular! bir şey yapamadan..
Çay söyledi, müteahhit için ocaktan
Geldi çaylar çok saygın! kişi için
Dedi. ”Eh gelmişken siz de için”...
-“Madem ki bir şey yapamıyorsunuz
- Artık gideyim izin veriniz”
-“Çay söyledim içmeden gidiyorsunuz”
-“İçemem içinde göz yaşı ve haram vardır bilmiyoruz,
Kendi kesenizden değil,milletten ikram ediyorsunuz.
-Onda haram ve göz yaşı var biz onu içmeyiz”
Diklendi:
”-Nasıl olur bana makamımda hakaret ettiniz? ”
Söyledim:
-“ Hakaret değil tedbirimiz,
Zorla toplar, çabucak dağıtırsınız.
Siz hükmedenler; budur adetiniz.
Selamla gelenlerin; işini halledersiniz
Kimsesiz insanları; lütfen dinler,
Hatırlıların hatırına; çay söylersiniz,
İpe un serer; münasipçe yollarsınız
Eşi dostu güzelce kollarsınız.
Vazifenizi yapmaz; başınızı sallarsınız
Koltukları, cepleri hava için sallarsınız”
Müsaade istedim kemali hürmetle
Yerinden fırladı azim hiddetle
-“Çık dışarı makamımdan” diye kükredi, şiddetle
Çıktım dışarı. Kendini de attı peşimden celadetle.
Söyledim:
-“Babandan miras mı kaldı burası?
Sana da kalmaz bu makam, aldığınız millet parası”
Avazı çıktığınca bağırıyor.. Avaenesi ayakta
-“Bu bana hakarettir. Seni dinledim ya? ”
-“Asli vazifen vatandaşı dinlemek “ güya
Ne gezer, lütuf bilirler biz görürüz güzel rüya.
Ekibi, korumaları, yağcıları sardı yanıma.
Bir yerlerden bağırdılar.... gibi her biri..
Sesimi yükselterek:
- “Hep beraber bağırmayın
Ya tek tek konuşun, ya da dinleyin”
Dışarılara bağırıp çağırdı hiddetinden
Uzaklaştırdılar bir çırpıda yanından.
Siz halktan kaçarken ben halkın içine giriyorum
“Lüküs” arabalarda hastalık çekerken ben;
sıhhatle yürüyorum
Hiç semtinize uğramayanları;
ihya olduğunu biliyorum
Sizi, o makamlara oturmanız için;
samimi gayret gösterdim
Ne zamandır sebep olduklarımdan helallik diliyorum.
14.10 1997 Salı/Ankara
...........
Halka hizmet gerek, seccadenden bize ne?
Namaz sana gerek, Rabbimin eksiği ne,
Seccade ahret için, dünyaya ne,
Seccade yere, masa üstünde işi ne?
Hizmeti adil yapıp; gönle girsene,
Bağlanan ümitleri çevirdiniz tersine
Kulakları tıkadınız, mağdurların sesine
Millet açken; zehir olsun yedikleriniz
Boğazınızdan aşsın ama; hiç doymayın
Malı götürdüklerinizle kalın, fakat onmayın
Ağrılarınız artsın, şifa bulmayın
Ahrette yazık olur, bu dünyada gülmeyin
Gözleriniz ışık bulsun; görmeyin
Silinsin hafızanız; kimseyi bilmeyin
..........
Büyükler bölünmüşü küçük belediyelere
Bulduğunu sokmuştu Özal, hemen seçimlere
Mesken tutmuştu, yeni denilen eski mahallede
Bal dolu, sanki arılar işlerdi hep petekte
Sürekli bulunurdu öpenler el etekte
Bir zamanlar bir vuran vardı
Eniştesi, karısı kendine yardı
Allah belasını dünyada verdi
Azametle yürür, “kanun” diye zulmederdi
Mazluma acımaz, güce itibar ederdi.
Hiç makam elden gitmez mi zannederdi?
Parasız kalınca avareleri, avaneleri
İşyerlerine saldırttı, zabıtaları
Göz yaşına bakmaz, kapatırdı dükkanları.
Ayyuka çıktı halktan aldığı cukkaları.
Herzeleri vardı taa Özal’a, çıktı yukarı
Patladı ensesinde bir anda Özal’ın tokadı
Kalmadı; halkın yanında hiç bir kıymeti
...........................
Yıl 1999, ilk bahar giriyor
Bir gün baktım bizler gibi yürüyor
Bizimle aynı sokakta bir binaya giriyor
Bir ara bir işim oldu uğradım yanına
Bekliyor müşteri nimetti canına
Kalmamış eski tafra eski naz
Güzelce sohbet ettik biraz
.................
Senin yerinde vardı, keser mi masatlı
Göbek iri, ense olmuş on katlı
Ahrete meyyal görünür dünyalıkta aklı
Belediyeyi işgal etmişler kendisi saklı
Usulsüzlüklere bulurlar kılıf olurdu haklı
Muamele mafyaca, icraat farklı.
........
Senden önce biri vardı
Hem hacı hem ehli tarik idi...!
İşini bırakıp sık sık mescide inerdi
Dünya benim olsun der nefsini tahrik ederdi
Hem masatlı hem atılgandı
Bir zaman kandırırdı başkanını
Yüzlerce zabıtayla başlattı baskınını
Garibanların feryadı yükseldi arşa
Kulakları duymazdı ki ellerinde maşa
Maksat sahiplenmek gariplerin yerine
Güç elinde idi her şey uydurulmuştu planına
Çok sürmedi yetişti geride kalanların imdadına
Etmeyin ağalar yaptığınız zulümdür
Divane söyledi üzülmeyin Mevlâ kerimdir
Kudret sahibi Allah, gayrısı kimdir?
.............
O Selefin verdi bir gün bir davet
Gücün hatır vardı; gidilmeliydi elbet,
Bir büyük kalabalık birikti Çiftliğe
Başladı alem...Kap kap nevaleleri yemeğe
Rab’bım hiç yoktan rüzgar ve fırtına gönderdi
İnsanlar seğirtip sağa sola canlarını kurtardı
O adamı sapsarı edip muma dönderdi
....................
Yıllar sonra Ülkede sayım vardı
Bekledik dokuza kadar gelen olmadı
Sabah hemen zabıtalar yetişti:
-“Devlet işte bu, anında gelir” dedi
Dedim:
- Belli devlet kim,
Dün sayım vardı “Niçin sayamadı”
Garibanları takip etmek mi devlet?
Bir A4 sayfası için mi bu gayret..! ”
Çıkarıp verdim icra parasını
Anlattım zaten öncesi, sonrasını
................
Bu olaydan iki yıl sonra
Bir kalabalık toplantıda
Kendi çapında ünlüler arasında
Yaklaştı; usulca sırıtarak yanımıza
O ünlülerle beraber toka edip
Bileme di, ne yapsa hafızasını test edip
Söyledi:
-“Sizi tanıyamadım. “
-Yanına gelip
Dedim ki kulağına eğilip;
-”Söylersem ayıp olur”
Pişkince dedi:
“Söyle bir şey olmaz”
Yavaşça;
- “Hatırla hani,
Seccade masanda” hatırla beni
Belki hatırladı. Ama attı benzi
Yine de yılışarak
-“Ne diyorsun inan ki....”
Ben anlatınca:
“Hiç anlamıyorum..”dedi
Kuyruğunu kıstırıp, toplumu terk etti
Hey kadir olan Allah, daha dünyada iken onu rüsva etti.
YAVAŞ... YAVAŞ....
Öğütür ömrü; er, geç yavaş yavaş
Nice devran döner; değirmen misali
Yorulur, ayrılır bir gün yavaş yavaş
Yıpranan ruhtur; ten ise un misali...
05.04.1994
ANKARA
VARSIN YOK OLSUN
Ben sevgiyi ne bilirim
Sevince birini severim
Sevmenin, sevilmenin
Ne olduğunu bilir miyim
Varsın yok olsun sensizliği
Dinlediğim müzikler
Çağırmıyorsa seni
Duyduğum tüm sesler
Anmıyorsa eğer seni
Varsın yok olsun o uğultular
Kaldığım zaman ben benle
Ormanda kuşlarla böceklerle
Tabiattaki tüm varlıklarla
Dertleşir, halleşir, konuşurum
Konuştuklarım seni konuşmuyorsa
Kuşlar sen diye seda vermiyorsa
Varsın yok olsun o güzel! sözler
ÜZMEZ
Nereye gitsem orda bulduğum Türkmen kocası
Zulme isyanda, aksiyonerlerin gerçek hocası
Elhamra’dan çığlık, Türkistan’da otağ gibi
Tacmahal’de sultan, Kafkasya’da Şamil gibi
İmanı saf, Türkçe’si duru. O, ateşin koru
Kalkandır hakikate, onun kalesi, suru
Bazen Yunus olur Anadolu’dan ses verir
Zaman olur neyzen gibi terse, ters verir
Millet sevdası yüreğinde, kavi iman göğsünde
Kanat gerer, bilse savunur sonunda ölse de
Kurşun sıkmış Hak adına ilk gençlik anından
Nasiplenmiş, Fazıl bağından, Serdengeçti çağından
Her an coşkulu, çağlayanlar gibi deli o sevdalarda
Ağlar bulurum, kuzu gibi uysal mana eri yanında
Mazlumların babası, gariplerin abası, incelerin kabası
Çağın içmeden sarhoş Neyzeni, nüktedanlar babası
II
Olmayı hep aksiyonda arayan
Çile’de hakikat sırrına eren
Günümüzün içmeyen sarhoşu, Neyzen
Anadolu sevdası ile çağırıp gezen
Batıl adına ne varsa korkmadan ezen
Muharrir sıfatlı halk dilinde konuşan ozan
ÜZME
I
Yavrum; doğum günün kutlu olsun
Benden ayrı doğan gün mübarek olsun.
Nasip.. değilmiş beraber olmak
Kucağıma alıp sarılıp öpmek..!
Binlerce bebek senin gibi yavrum.
Kimi bir, kimi on, kimi yirmi yıl,
Kimi...kimi hırsız, kimi katil
Onlarında yarı vardır,onlarda sever
Onlarında bebesi, elbette sevgisi var
Onlarda insan, onlarda can,
Onlarda düşler güzel günler....
II
Şimdi uyku tam sana lazım,
Ağlama, yerinden kalkma yavrum.
Ağlaman daha acı olur bebeğim..!
Annen daha değişik düşünür.
Güzelim gez, oyna, ama...
Sakın babanı arama, sorma
Baban kendince hür
Fikir, dorukta ve gür
Kader, kısmet belli olmaz
Gün olur elbet buluşuruz
Sakın babam... diye kendini üzme
Medrese-İ Yusufiye
1983 ANKARA
UNUTAMADIM
Düğünlerde GIZ, OĞLAN güreşlerini
Gıptayla seyredilen at yarışlarını
Mezarlık yolunda cirit oynanışını
Her düğünde “KEŞKEK”in yapılışını
Unutamadım
“CODARLAR”ın kış günleri “HELLE” içmesini
“DANLILAR”ın pilava “PİLOV” demesini
“İMAMEVİNİN” misafirle “HEDİK”yemesini
Güreşlerde yiğitlerin “POTUR” giymesini
Unutamadım
Kuşburnundan yapılan EZMEYİ
Kış yarısında “AYI GEZME’yi
Tavşan sulu “ARABAŞI”yemeyi
Ekşi pekmezden “ÇALKAMA”yı
Unutamadım
Anamın “DÜĞÜL”, ”ÇATALAŞ”ını
“HASIDA”yı,”DUTMAC”ı,”TOYGAŞI”nı
Hep birlikte kaşıkladığımız “KATIKLAŞ”ını
Irgatlıkta Kocaoğlan’da su başını
Unutamadım
Hökebağları’nda kehribar, kara üzüm asmasını
Gençlerin SİN SİN oynayarak bağda yatmasını
Tüm köylerin gelinli, kızlı süslenip gitmesini
Kınalı parmakların üzümleri “ÇETEN”e atmasını
Unutamadım
KARABAYIR’ DA kekiğin kokusunu, kekliğin ötmesini
Kuzuların “KOMLERDE” analarına katılmasını
Koşu mallarının “HOŞOĞLU”nda gece yatmasını
ÜRÜSTEM’ İN köyden köye hoparlör gibi ötmesini
Unutamadım
ŞİİR
I
Şiirde ruh olacak, coşku verecek
Şiir o ki; kafiye, vezin olacak
Ya aruza, ya da heceye uyacak
Çorumlu şimdi gelir hesap sormaya.
Hiç hece nedir, vezin nedir uymazdım
Aklımdakini yazar, ölçü bilmezdim
Sanatta nedir zerre kıymet vermezdim
Çorumlu yine gelir hata bulmaya....
Hece tam gelecek, kafiye uyacak
Ölçüsü güzel, şekli düzgün olacak
Kelime can bulacak,mana verecek
Yaşar hoca gelir imla vermeye....
Şiir ki yaşayacak, nefes alacak
Bu güne bakıp, ileriyi görecek
Değerini anlayanı bilecek
Çorumlu gelir ne hatalar bulmaya...
Yaşar hoca iğne ile kuyu kaz
Tezkireleri ara BEHİŞTi’yi yaz
İşin o ölçü vezni alırsın baz
“Yaşar Hoca” gelir hata bulmaya.....

ll
Sunmak değil ki; beylere ağalara
Yağ çekemem ki sultanlara hanlara
Parasız kalıp düşsek bile zorlara
Niyazi gelir nasıl diye sormaya
Tercüman olmak acılara ahlara
Boş geçemeyiz, atamayız kahkaha
Açmak mı kendimize güzel bir saha
Serapta olsa ararız iyi vaha
Görüntü için manayı mı bozayım
Kelime atıp cümleyi mi böleyim
Sizin için sanat derdi mi çekeyim
Hocam yine eskisi gibi yazayım
İşim değil estetikle uğraşmak
Manayı atıp sizin ile kırışmak
İstediğim halkın gönlü ile konuşmak
Arzum o ki Hak rızasına ulaşmak

AĞUSTOS l997
Milli Kütüphane
SULTANAHMET
Bir görevli duyuru
panosunu yerleştiremiyor
Gök kubbeyi alıp süs diye İstanbul’a bindirmişler
Yıldızları secde etsin diye camiiye indirmişler
.......
Ne hendese,ne azamet; sanki evrene hakimiyet
Biz bir tahta koyamıyoruz yerine; işte keyfiyet
.............................

Onlar yüce
Biz cüce
Göz kamaştırıyor hala eserleri, insan hayran
yüceliğine
Yabancılar arkası ile gülüyor küfredenlerin
cüceliğine
Belli oluyor eserlerinden o büyüklerin yüceliği
Küfretmekle gider mi ki alçakların asil cüceliği
10Eylül 1999
10,50
Sultanahmet Camii
SORDUN MU..?
Dünya dönüyor her gün kendince
Neden aynı dönüyor sordun mu
İnsanlar öldürülüyor suçsuz yere
Niçin vuruyorsunuz diye sordun mu
Çocuk bir köşeye çökmüş ağlıyor
Halini bilen, başını okşayan olmuyor
Hangi derdi varda o yara çağlıyor
Neyin var diye halini sordun mu
İnsanlar huzursuz, feryat ediyor
Birileri birine hep çorap örüyor
Gökler yarılmış,delicesine yağıyor
Bunlar niye oluyor hiç sordun mu
Birilerine dikişiz gömlek giydiriliyor
Dört kişinin omzunda götürülüyor
Bir çukur kazılıp toprağa katılıyor
Niçin götürülüyor hiç sordun mu
SİZ......
Siz sevgi, gönül yerindekiler
Madde ve manadan ilerdekiler
Hiç bir ölçüye sığmaz hareketlerle
Kainat palanı ötesindekiler
Hasretten çatlayan dudaklarla
Sanki buz gibi serinliklerdekiler
Alem rahat,arzularına koşarken
Alem için hep ızdırap içindekiler
Kendileri için cihanı yakanlara inat
Kendilerini aleme feda etme peşindekiler
Kulakları sağır gözleri kör ederken
Dosdoğru ilahi mesajın peşindekiler
OĞLUM KIZIM
Sevgim, baharım, hazım,
Coşkum, sevincim, nazım,
Şehla bakışlı kuzum..
Bahtın hep açık olsun
Kalbin, gönlün nur dolsun..
Geline yakışır ak
Damat olup kına yak
Yansın hep kutlu ocak
Rabbim oğul - kız versin
Başın hep göğe ersin
Yoldaşın, sırdaşın olsun
Eşin, gardaşın olsun
Allah yardımcın olsun
Yardım et, bahtiyar kal
Doğru davran, dürüst kal
Çok çalış, iyi yetiş
Son olsun iyi bitiş
Hayra varsın her iş
Helal ye, bereket bul
İsterim gururum ol
Başın Sema’ya ersin
Can İbrahim’i bulsun
Ruhun Tuğba’ ya varsın
Sema’da Tuğba’yı bul
Halil’e er huzur dol
25.9.1995
ANKARA
BİR HOŞ
Bülbüller gül için zar ediyormuş
Gülleri dikenli yapraklar bir hoş
Sümbüller buğdaylar gibi baş eğmiş
Bu dili okuyup anlamak bir hoş
Yeşile boyanmış ovalar dağlar
Can suyu akıtır çeşmeler çaylar
Yaprağa sarılmış üzümler, bağlar
Hali bilmek, sezip kavramak bir hoş
Kimi kuş misali enginde uçar
Kimi sanırsın taş yerinde ağır
Kiminde dolu gönül irfanlı başlar
Gönülleri beyni anlamak bir hoş
BAYRAM M.........?
Sahi, bilen kim, dün mü, bugün mü bayram
Haykırıp o zor hakikati kimlere duyuram
Bilmiyoruz, kimimiz şuursuz kimimiz eyyam
Kosova ‘da yine 45 şehit, bugün bayram
İnsanlar ki kimi kurşunlanmış kimi biçilmiş
Sadist öldürmekle kalmamış; gözlerini oymuş
Alemi İslam uykuda, haberi batıdan duymuş
El açmış yavrular, imdat istiyor, bugün bayram
Sahi, bayram ne zaman, dün mü yoksa bugün
Eller aya gidiyor, bize de doğar mı bir gün
Kimimiz dün yaptık bayram kimimiz bugün
Alemi İslam kapkaranlık bir tefrikada bugün
Mümin oruç tut, sevin; neye ve ne için
Kursağında kalır o yarım sevincin
Asırlar var ki bizde adı kaldı sevincin
Baş önde, zillet içinde edin bugün bayram
Okuyor ezan sanki Bilal, çağrı; hüzün
Manası ki, davet tevhide özleri sözün
Ya Rab baharı yok mu? Hep hazanı güzün
Fitne için de çalkalanıyoruz, bu gün bayram
Şanlı varisi muhteşem mazinin devlet
Fedakar fisebilillah için koşan bu asil millet
Ne zaman kalkar ayağa işlemiş beyine illet
Milli iradeden yoksun, tuzaklarla kutlayın bayram
Hangi gün bayram bilmeden kutluyor bayram
Bayram da oruçla hazırlanarak kutluyor bayram
İlim değil dayatmalar egemen kutluyor bayram
Kosova’dan, Keşmir’de
Moro, Afgan, Bosna, Filistin kan içinde kutluyor bayram
19.1.1999 Salı ANKARA
Ramazan bayramı 05 45
AKİF
Akif; divanesi, vicdanı, sesi bütün milletin
Ötelere mesaj veren bayrağı nurlu ufukların
....................
Yandı ciğer bir ömür izmihlale ağlayarak
Dalgalanır ümitle Akif olur, ufuklarda bayrak
..........
Arzuhal:
.........
Aman hakim bey kızma..
Elbet verirsiniz kararı hukuka uyarak
Gönlümüzce meseleyi istedik anlatmak
Biz sadece başımızı sokacak bir ev isterdik.
Gelip kimsenin tenezzül etmediği yerlere birer kelik yaptık.
Medeniyet mi, Hakim bey..?
Ulaşmayı arzu etsek tde
Bizden henüz çok uzakta
Ne elektrik, ne su.
Kanal bile yok bu çağda.
Bir gün hükümetimiz, af çıkarıverdi.
Bize birer “tapı gibi tahsis deyip, “Tapu tahsis” verdiler..
Sonra mı?
Kırmızı kırmızı plakalar
Arkalarında dolu dolu yalakalar
Böyük böyük adamlar geldiler..
Yapacağız, güzel binalar
Deyip çokça temel attılar.
Manzara iyi, güzel havalar
Size değil, bize gerek dediler.
İşte o zaman başladı sıkıntımız..
Sağa sola.. seğirtip
Kimi “Babaya” kime Rahşan’a gidip
Kimi İnönü’ye, kimi Özal’a müracaat edip
Haksızlığı usulünce anlattık.
Dinlediler iyice; “Buranın havası güzel” dediler.
44
“Kavga da bu ya.. Hava meselesi” dedik..
“Verirsin evlerini, yıkarsın konduları” deyip
Tonton amca çözdü meseleyi..
Sonra mı, hakim bey?
Suyu, elektriği, yolu verdiler.
“İmar geçti” deyip, çağırdılar..
Hazineden defalarca adamlar gelip incelediler.
”Siz hak sahibisiniz “ dediler.
Belediyeye, “hak sahiplerine tapı verin” deyi verdiler..
Belediyedekiler parselleyip kafalarına göre birer kağıt verdiler.
Borcumuzu öderken, tanımadığımız birileri komşu geldiler.
Bunlar; “nerden çıktı? ” Derken.. “ihaleden” dediler..
Hak sahibi olamayanları evlerinden çıkarıp attılar
Kurdular kenarlarımıza betondan kutular.
Satıp onları, tatlı karın tadını aldılar.
“Kızındılar” küçük mutlulukları..
Şimdi mi hakim bey?
İşte geldik huzurunuza..
Şu Iraz karı:
Ben beni bileli dul,
Emeği ile çalıştı olmadı kul
Çocukları torunları tek başına büyüttü.
Onlara süt vermeyip ağaçlarla uyuttu.
Yetiştirdi kocaman ağaçlar
Belki hala karınları da doymaz, açlar.
O ne yüceliktir, yanında eğilir, “alçak” başlar
Şu İsmail emmi ve karısı Döne bacı
Ne tatlı günleri geçti, ne buldular huzur.
Çektiler çile, yaşadılar çokça acı
Tam rahat edeceğiz derken
Hazineden geldi bir başka acı..
Şu Galip hoca,,
Hoca dediğime bakmayın
Dede yetimi,
İlkokul üçten terk,
Dayanağı, kıytırık emekliliği tek
Avukat tutmaya derman ne gezer.
Bahattin bey akıllı adam güya
‘’Dövlette mamir’’ ya
Ama aklı, etmez beş para
Parası olan, ona her zaman açar yara
Sar sarabilirsen, çokça çabala
Bir memur maaşı beş çocukla..
Acaba Hakim bey!
Kısaca anlattım mı ki?
“Kapı gibi tapının” hikayesini
Anlatamam ki;
Anşa karının mücadelesini
Kendisinden siz dinlersiniz belki
Zaten oraya eğrelti oturmuştuk
“Bize yar etmezler” diye korkmuştuk
Eşek arılarının yuvasına çomak sokmuştuk
Evet Dikmen köyünde ne kalmıştı mera
Otlayacak hayvan ne de..
Dört ayaklılar kovulmuştu çoktan ama
İştahları doymayanlar... aha
Asıl hikayenin esası
İşte şairce anlatım mı Hakim bey? ...
YILDIZLARI KATMAK
........
Bu yamaçlarda, kayalarda;
Biz yokken ot yoktu, it yoktu.
Geldik; şenlendi bozkırlar,
Çevresini sardı Ankara’nın yemyeşil surlar.
Evler yaptık, bize yetecek kadar
Ele muhtaç değildik! Mutluluk o kadar.
Engel olmasalardı; vururduk yama
İhtiyacımızdı sıcak bir yuva.
Bekledik yıllarca, kavuştuk suya..
Mama parasıyla; ağaçlar diktik,
Çocuklarımızdan ayırmadık büyüttük,
İşledik toprağı, taşları söktük.
Biraz fasulye, biraz begonya ektik,
Tabii..cam önlerine sarmaşık diktik.
Derdimiz..! kalmamıştı....
Şehrin en ağır işlerini sırtlanacaktık,
Sanayileri işletip, evleri temizleyecektik,
Şehirlilerin işine karın tokluğuna gidecektik,
Akşamları cevize yaslanıp sohbet edecektik,
Söğüdün altında tavşan kanı çay içip,
Kuşları dinleyip yorgunluk atacaktık,
Yazın altında yatıp,
Rüyalarımıza yıldızları katacaktık..
ll
Hatırlar mı...! İbrahim..?
Güvercinin uçuşunu, kanat çırpışını,
Süzülüşünü, ördeğin paytak yürüyüşünü,
Nereden duyacak ibibiğin ötüşünü,
Ne bilsin.? seherde köpeklerin ürüyüşünü,
Horozların hep aynı saatte ötüşünü,
Güzüde yengesinden yumurta isteyişini,
Tavukların her mevsim yüksünmeden verişini...
Seyrediyoruz beraber mutluluğun bitişini,
Alkışlıyoruz! insanın yalnızlığa itilişini...
Bilir mi....Uçurtmayı,
Uçuracak; boşluğu,
Rüzgarı bulur mu,
Uçurmaya belediye izin verir mi..?
Yağmurun kokusunu; almaya,
Fıskiyeler yeterli gelir mi..?
Yok ediyoruz....
Beraberlikten ferde
Toplumun acımasız geçişini,
Doğanın planlarla.! elimizden gidişini,
Hesaplamıyoruz. Havanın tükenişini...
Boşlukları bırakıp,
“Dolu”ları planladık.
Komşulardan selamı kesip,
Süflî salonlarda selamladık,
“Muhtacı olduğumuz külleri”
Birbirimize atıp,
Kapatıyoruz ufukları,
Kutulardan seyrediyoruz...
İnsanın ezilişini,
Üst üste dizilişini...
Park....! İnsanın;
Bir avuç ışık, yeşil, su uğruna
Sadizme gidişini..
Anlayabilir mi Tuğba;
Kırlangıçların süzülüşünü..
Bilir mi..?
Göçmen kuşların göçüşünü,
Seyrediyoruz yeşilin kazınarak
Sorunların çözülüşünü...
Umursamıyoruz;
Yükseltepe’nin, Keklikpınarı’nın,
Natoyolu’nun, Çaldağı’nın gidişini,
Hatırlamıyoruz;
Balgat’ın, Sokullu’nun,
Seyranbağları’nın tükenişini.
Güvenpark’ın ”Tayin”edilişini,
Ankara’nın ciğerlerini sökülüşünü...
Düşünemiyoruz....!
Vişnenin, kayısının,
Yerli üretilişini,
Penceremizde ki sakanın,
Bahçede ki son gülün,
Henüz öten bir iki bülbülün
Kendi elimizle yok edilişini..
Yaptığımız “planların” bizi;
El kadar parka, kafese,
Mahkum edişini...
İnsanın;
Mezara bile ağaçla gidişini,
Çiçekle ziyaret edilişini...
9.8.l997
..........
YUVA KURUN
Ötmeyin artık kuşlar
Bu ne koro, haykırışlar
Bu seher son ötüşünüz
Belki son ziyaret edişiniz
Kendinize yeni bir yuva bulunuz
Gelip hoyrat eller
Vicdanları sızlamadan
Devirdiler meyve duran ağaçları
Toprağa gömdüler yemyeşil çağlaları
Hak, hukuk mu?
Savcı masa başında vermiş karar:
Yokmuş öyle bir şey
Yapılanlar hayalmiş
Görmüyor gözleri bir şey
Beyinleri paraya endeksli
Adamlar güçlü, yukardan destekli
Kaldırıp atılar yeşillikleri
Vicdanları kanamadan tüm güzellikleri
Gidin artık başka yerlere
Yuvalar bozuldu, yuvalar kurmak için
Huzuru kaçırdı para, huzura ermek için
8.5.2001-0630
AH OLUR
Kimi ağlar kimi dağlar can olur
Can olur kimi ağlar kimi sağlar
Gönül kırar yürek yakar karalar
Gönülden candan sever de yar olur
Hakikaten bağlanır da can olur
Gelin misali ağlar da kar olur
Can olur yar olur da kalkan olur
Gönül kırar yüreklere dert olur
Can yakma gönüllere ah olur
Her güzele sır verme bela olur
İyilik yap ışık ver Çerağ olur

2.10.1997
UNUTURSUNUZ
Yolumuz düştü köy yollarına daldık
Çalışıyor köylü, meydanda az bulduk
Köylü bizi, biz köylüyü kandırdık
Dediler: “Bekleyin, gelir sandık..! ”
Şehirli kaşarlanmış, semirmiş
Sivil toplum deyip seğirtmiş
Parsel için birkaç adam yetmiş
Krediler karlar hep cebe gitmiş
Ümit yok önce siz yaralısınız
İlaç olsa başınıza sürersiniz
Ayrı değil aynı kumaşın parçasısınız
Gider yine bizi unutursunuz
POLATLI.
20.6.2000
AÇILMAYIN PERDELER
Yine güneş doğuyor
Bedenim ürperiyor
Hayat günaha çağırıyor
Hayır açılmayın perdeler
Işık, ölümden geliyor
Gözümde yaş, mendilimde kan
Bedenimde hala bir isyan
Haydi çık nefsimdeki şeytan
Geldim tövbemle işte sana
O sonsuz rahmetini açsana
Bir daha bırakmamacasına
5.11.1999
07.00 Cuma
miracı nebi
ANLAMAK, ANLAŞILMAK
Anlamak, anlaşılmak.
Çabalamak,
Cevap vermek neye.
Bilmek bilinmeyeni
Görev;
Bildirmek en bilineni
05.04.1995
Maltepe 13.00
BAZILARI
...........................................................
Bazıları; yok kabul edip cenaze de teslim olurlar
Hayatta; bizi bağlamaz, ancak tabuttan sonra derler
7.5.1997
04.30 İlker
BAYRAM OLSUN
Yürek; kin değil, sevgi dolsun,
Yetişip; filiz, umut olsun,
Çiçekler açıp, meyve versin,
Eliniz her an sevgi dersin.
Geceler, günler neşe dolsun
Sağlık, mutluluk sizin olsun,
Bereket, bolluk sizi bulsun,
Çalışın, zaman sizin olsun.
Bir sevgi ekin; binler versin,
Akıllar tam doğruya ersin,
Siz gülün ki; cihan da gülsün,
Gelecek sizle bayram olsun.
Terle; herkes hesaba katsın,
Güneş; sizlerle doğsun, batsın
Alemin nabzı sizle atsın,
Bayram; gerçekten bayram olsun.
21.1.1999
23.45 ANKARA
BİR HAL VAR
Bu gün, sende bir hal var,
Gözlerinde yaş neden?
Az haber ver o meclisten
Sende bir hal.. hüzün, neşe var
Ruhumdan boşalıp dolu olan;
Gözlerimden akan yaş ondan
Yüzümdeki, yüreğimdeki cemreden
Bu gün, sevinç, neşe ve gülşen var...
Recep 1996
BİR HOŞ
Bülbüller; gül için zar ediyormuş
Gülleri; dikenli, yapraklar bir hoş
Sümbüller; buğdaylar gibi baş eğmiş
Bu dili okuyup, anlamak; bir hoş
Yeşile boyanmış; ovalar, dağlar
Can suyu akıtır; çeşmeler, çaylar
Yaprağa sarılmış; üzümler, bağlar
Hali bilmek, sezip, kavramak; bir hoş
Kimi; kuş misali enginde uçar
Kimi; sanırsın taş yerinde ağır
Kiminde; dolu gönül, irfanlı başlar
Gönülleri, beyni anlamak; bir hoş
4.8.l997
BİR İZ..
Geçtik nice yollardan biz;
Bazen düşerek bazan koşarak
Şimdi oralarda var mı bir iz?
Kah ağlayarak, kah çağlayarak
Bir hayat kah acı, kah tatlı geçti
Kah mutluluktan kah hüzünden
Kurudu, dökülüp yaşlarım bitti
Kah sevinçten kah kederden
BU SABAH
Derdi nedir;
Koşmakta güneş?
Karanlıktan kızıllığa,
Kızıldan tarifsiz aydınlığa....
Derdi nedir...?
Bu erken saatte,
Yanımda ötede beride
Bir koro tutturmuşlar,
Cıvıldaşıyor kuşlar....
Derdi nedir.?
Arılar, türlü böcekler,
Karşı yamaçta keklikler,
Kümesten çıkıyor tavuklar,
Eğitiyorlar, peşlerinde yavrular
Bin bir ses vermekte alem..
Derdi nedir...?
Tamamlamak ta ömrünü, sarı gül,
Son kokularını gönderiyor.
Ona yetişti iğde,
En nefis esansını sunuyor...
Bütün programlanmışlar;
Şaşırmadan işliyor kendince.
Ekmek toplamaya başladı;
Kaç yıllığını bir anda, işte karınca....
Derdi nedir..?
Bitirmekte hardal
Çiçek mevsimini,
Tohuma durmuş,
Bekliyor kıyametini...
20.06.l997
Cuma
06,30 / İLKER
CEVAP VEREMİYORUM
Dökülür saçlarım durur mu bilmem,
Aleme bakarım ama niçin göremem
Bir hüzün bir keder dumanlı başım
Sorsalar bildiğime cevap veremem...
Durmaz akar gözümden yaşım
Dünyada olmadı benim yoldaşım
Dostlar gideli bitmiyor düşüm
Niye terk ettiler cevap veremiyorum...
Halbuki, ağaçlar şen, kuşlar şen
Ulu dağlar, taşlar, böcekler şen
Neden bilmem, mahzunum ben
Çare yok cevap veremiyorum...
4.4.1974
MAMAK
ÇORUMLU
Git gör memlekete neyleymiş,
Çorumlu Çorum’u ihya eylemiş,
Eylemiş ki ne hoş eylemiş

Bir ol, iri ol, diri ol Çorumlu
Sev, sevil, sevdir, gür ol Çorumlu
Hep sevgi dolu, yardımsever Çorumlu
Efendi, onurlu, eserlerinden gururlu
Çok çalışkan, üretkendir Çorumlu.

Bir ol, iri ol, diri ol Çorumlu
Sev, sevil, sevdir, gür ol Çorumlu
Hepimiz Çorum’dan kalkıp geldik
Ankara’ya yerleşip yurt bildik
Alınteri döküp, çok emek verdik
Bir ol, iri ol, diri ol Çorumlu
Sev, sevil, sevdir, gür ol Çorumlu
Ankara’dan vekilin yok neden olmasın,
Görenin yok, bakanın yok niçin olmasın
Cumhura vekil oldun, asıl baş niye olmasın.?
Bir ol, iri ol, diri ol Çorumlu
Sev, sevil, sevdir, gür ol Çorumlu
Birleşirsen büyüyeceksin Çorumlu
Az hareket koşacaksın Çorumlu
Ha gayret başaracaksın Çorumlu
Bir ol, iri ol, diri ol Çorumlu
Sev, sevil, sevdir, gür ol Çorumlu

Eylül l997
ANKARA
FARKINDAMISIN..?
Dost bilenler korkunca gölgenden
Kaçınca bildikler telefonlardan
Cevaplar gelmeyince mektuplardan
Yine de çareydin farkında mısın?
Kendine bir dert ortağı ararken
Sen dertlilerin derdini taşırdın
Gizlerken açlığını tüm toklardan
Sen hilkatten toktun farkında mısın?
Alsınlar götürsünler yorganını
Kes at ipini, hem urganını
Aç, çıplak olunur gönül sultanı
Sen zaten çıplaktın farkında mısın?
Sırtta ki yükü hafifletmek için
Sen yüklenirdin taşınmaz dağları
Yüceltirken senden başkalarını
Huzur enginlerde farkında mısın?
GENÇLİK...
............
Verebiliyor muyuz; ruhi gıdasını da gençliğe
Ne veriyoruz ki; mide ve şehevi ihtiyacından öteye...
7.5.1997
05.00
GİBİ
Ne korkunç şeydir; olmak senden uzakta
Yalnız başıma o karanlık, ıssız gecelerde
Muhtaçken bir ışığa, sen başka yerde
Özledim çiçeğin meyveyi özlediği gibi
Bölüyor gecenin sessizliğini saatin gongu
Bazen çok uzaklardan bir tıkırtı bir gürültü
Bazen bir motor sesi, bazen bir tren düdüğü
Özledim Ağustos’ta bitkinin yağmuru özlediği gibi
Bu dert bunca meşgale, bitmez sıkıntı içinde
Benim ve dünyanın ateş içinde olması nafile
Senin hayalin, senin gülüşün gözüm önünde
Özledim dağların yeşili özlediği gibi
Bu sessiz gecelerde yazarken kalemim
Söylemez olan dilim, söylerken kelamım
Esen rüzgarlardan alır gibiyim selamın
Özledim arının çiçeği özlediği gibi
GİDİYORUM SONSUZLUĞA
Gözlerim kapalı olsa da
Ellerim hep bağlı kalsa da
Ayaklar yaralı, yorgun da
Gidiyorum sonsuzluğa
Henüz dünyaya gelmeden
Anam dahi göremeden
Yağmur çamur demeden
Gidiyorum sonsuzluğa
Engelleri aşamasam da
Dağlardan geçemesem de
Kendimden kopamasam da
Gidiyorum sonsuzluğa
HOŞ GELDİ BİZE
Işığın etrafında dönen pervaneyi,
Daire daire tutan birbirlerini,
Sıra sıra ahenkle dönen yıldızları,
O’nu bilip de kul olmak hoş geldi bize..
Gökte hiç yokken bulutların gelişini,
Kafi miktarda yağmurların yağışını,
Her baharla tabiatın dirilişini,
Görüp de O’na kul olmak hoş geldi bize...
Kırsak da ağaçların meyve verişini,
Hayat için civcivin kabuk kırışını,
Sevenlerin sevdiğine can verişini,
Farkına varıp kul olmak hoş geldi bize...
Aciz kulların peşinde gidenleri,
Bir iki pul için kendinden geçenleri,
Fani zevkler için zilleti seçenleri,
Görünce Hak’ka kul olmak hoş geldi bize..
Her varlığın özde O’na yönelişini,
Hak’ka kul olanın gayrı hür oluşunu,
Ömrü bitenlerin hep O’na gidişini
Anlayıp O’na kul olmak hoş geldi bize...
Zamanın tümünde Hak’kı ananları,
Coşarak çağlayıp ummana gidenleri,
O’nu bilip de hep O’nu isteyenleri,
İdrak edipte kul olmak hoş geldi bize...
Semaya yıldızları dizi dizi dizen,
Altımıza renk cümbüşü halılar seren,
Her nefise ayırmadan nimetler veren,
Sultanı bilip kul olmak hoş geldi bize...
Nimet sahiplerinin peşindekileri,
İnsanların muhtaca kul oluşlarını,
Sarılışlarını, sena edişlerini,
Görüp de Hak’ka kul olmak hoş geldi bize...
Bitkilerin bile sevgiye varışlarını,
Çileklerin tümden sevgi kokuşlarını,
Tüm kitapların kainata bakışlarını,
Anlayarak kul olmak da hoş geldi bize...
14.7.l997 ANKARA
00.20 Pazartesi
İNTİŞAR EYLE
Bir mübarek gece Recep ayında
Gördüm seni şefiin huzurunda
O, sen, ben yanında, kimse yok başka
Bir işaret saydım o anı öyle
Haktan gayrıya halimi arz etmem
Yayıncı bilmem namerde gitmem
Paraları bitirdim artık güç yetiremem
Devamı var halka intişar eyle
Sırları kimseye hiç bildirmedim
Haramdan kaçtım avanta yemedim
Kitabı bastım buyurun diyemedim
Millete kavuşması için bir yardım eyle
Hakimi olduğun dava aşkına
O gece görülen rüya aşkına
Emini olduğun şehir aşkına
Bana değil yayımına yardım eyle
Para istemem pul istemem
Şan istemem şöhret istemem
Halkın önünde bulunmak istemem
Önderliğin adına az gayret eyle
KIM ÖZLER?
Özler mi? ..
Ağaç yaprakları
Çocuk sevgiyi
Gül dikenlerini
Toprak yağmuru
Benim seni özlediğim gibi
Özler mi? ..
Sevgi karşılığını
Mutluluk paylaşmayı
Gözler görmeyi
Benim seni özlediğim gibi
Özler mi/..
Anne çocuğu
Kış sıcağı
Yaz güneşi
Benim seni özlediğim gibi
Özler mi? ..
Güneş dolunayı
Gece aydınlığı
Siyah beyazı
Benim seni özlediğim gibi
Özlermi? ..
Çöller suyu
Gök yıldızı
Hasret sılayı
Benim seni özlediğim gibi
KUL OLDU
Tükenmez zannedip,
Kuşağına kul oldu
Solmaz diye,
Bir dilberin eteğine kul oldu
Gelmedi aklına ihtiyarlık,
Sözlerine gözlerine kul oldu
Bitmez diye,
bir ağanın parasına kul oldu
Beyni fikri felç oldu da,
Bir soytarının sözlerine kul oldu
Kurmaz cümleyi, bilmez dili;
Bir iki “entel” kelimeye kul oldu
Bunca yıl yapmaz sporu,
Hiç atmamış vücuttan teri
Sahalardakinin çalımına kul oldu
Okumaz kendi çokça meth eder,
Bilemez gerçeği bir cahile kul oldu
Başı gökte, ayağı bulutta gider
Göremez aczini, benliğine kul oldu
Kendini bilemeyip,
Özdeki o cevheri göremeyip
Fani, süflî arzulara,
Kararacak güneşlere kul oldu
LAF DEĞİL O’ NUN ÖLÇÜSÜ
S elami bey hep karanlıklara ışık yakar
E li, gözü, gönlü açık, ırmak gibi akar
L af değil O’nun ölçüsü, icraata bakar
A ltından anlar, ham demiri altın yapar
M alda mülkte gözü yok, insana bakar
İ lim O’nun özmalı, ona herkes uymalı
Ç ekmegil der “kaynak Kur’an olmalı.”
E leştirel, kırmadan hakikate varmalı
K endimizi başkada değil, bizde bulmalı
M eğer ki çalışıp, insan öze kendi varmalı
E ğer ki; ilim olmaz ise film de olmaz
G irilmezse hakikate, sırra da erilmez
İ lmel yakin, hakkal yakin ne? Bilinmez
L akin terlemeden hiç menzile varılmaz

12.l.l999
01.00ANKARA
MERDİVEN
Ne kaldı geriye dün geçenlerden,
Kimi ağır kimi hızlı çıkıyor ondan.
Ne için inilir, çıkılır ki merdivenden,
Bir aşağı bir yukarı bilmem neden?
Bir zamanlar da inip çıkmışlar;
Geçmişler baban ve dedenler,
Göz önünde daim gelip gidenler
Bakiye mi heveslenir, fani olanlar?
MERHABA
Selam size ey yarenler
Hep Eli Hakka erenler
Halk içinde Hak görenler
Aşk şarabı içenler merhaba
Darlarda mutlu olanlar
Her an doğru yol bulanlar
Varlığı O’nda bulanlar
Bülbül gibi ötenler merhaba
Alem garip garip oluş
Anlamanın hepsi soruş
O’nu her eşyada görüş
Bilenlere selam olsun
Arla varmak gayet zordur
Kiri at, kalbe nur doldur
İslam girilecek yoldur
Candan uyanlara merhaba
10.1.1999
24.00.......
O GÜN
...
Son yolculuk; hakikat bir gün
Özgürlük gülü açıldığı o gün
Ölüm; sonsuz doyuma giden
İlk adım dosta, vuslata o gün...!
HEPSİ SENİN İÇİN
Denizlerde yürümek
Sonsuzlukta uçmak
Kuşlarla konuşmak
Hepsi senin için can
Gece yıldızları toplamak
Ayı başına taç yapmak
Üstüme mavi gök örtmek
Hepsi senin için can
Güneşi yerinden koparmak
Irmakları yatağından çekmek
Denizleri kalbime boşaltmak
Hepsi senin için can
Güneşi elimde tutmak
Yavaş yavaş yanmak
Sensiz olur mu erimek
Hepsi senin için can
BELLİ Kİ SENİ GÖRDÜM
Deliler yurdundan yeni geldim
Düşünce şimşeğinde gördüm
Fırtına gibi, yıldırım gibi
Anlık ve berrak gördüm
Homarus’un sofrasında
Geçmişi anlatırken gördüm
Eflatun’un masasında
Geleceği ararken gördüm
Gözlerin şimşek gibi
Başında ışık halesi
Asırlar öncesinden ötesine
Huzmeler saçarken gördüm
Saçların dağınık,
Benzin soluk
Yoğun ve heyecanlı
Kitaplar içinde, kayıp
Bahar yaprağı gibi naif
Cılız çalılar içinde boy veren
Fidanlar gibi gördüm
Bir ara Hallaç’ın yanında
Dimdik
Her cefaya sırtını dönük
Sultanlar yanında sönük
Karunlar birer sülük
Sarayları pul yaparken gördüm
Dağ yeli, ova serinliği,
Deniz gümüşü, fırtınası
Bulut mavisi, bozu
Orman yeşili
Haldun’dan haber verirken gördüm
Umuda akan, ırmaklar gibi
Kirleri kapatmaya yağan kar
Ve neyden çıkan ses
Mesnevi’de nefes gibi gördüm
Uzaktan gelen bir sevgili,
Dosdan fısıltı,
Ufak bir ürperti de
Gönülden sözler dolu
Sanki Yunus vari
Varı yokta gördüm
Yanarken tapınaklar
Melekler düşlerimde
Gezerken devri alem
Ta Platon’dan bu yana
Nebiler dizisinden nurlar
Düşünceden pırıltılar
Ser ayaklarım altına
Otururken filozoflar tahtına
Belki de seni gördüm
ÖZLEYİŞİN YANSIMASI
Günler kısalıyor, giderken genç, ihtiyarlar
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharlar
Dünyayı sevmek için ömür ne kısa
Yazlar yetmez az, ilkbahar daha kısa
Orda içip badeyi hiç kanmadık
Zevk sanıp tam bir ömür onu aradık
Sevgi O. O’nun tadını bir şey vermiyor
“Ölmeden önce ölmek” diyor
Dönülmeyecek yolculuktan bu sahile,
Bitmez bir özleyişin yansıması bize
MÜDÜRE HANIM
Toprağa doğmuş, işlemiş toprağı
Toplamış,deneyi, kuru yaprağı
Ekmeğini çıkarmış bir zaman
Dul kalmış tam otuz üçünde
Kucağında biri altı aylık
Bir doksanlık karı, beş yetim
Beslemeyen toprak, akan çorak dam
Her gün yediği acı..Çekerken gam
Umut, ikinci kez büyük şehir Ankara
Yardımlarla kurdu bir dam varoşlara
Geçim zor, imkan yok,para elde değil
Namus! beklerken bin bela oldu kızlar
Kader bu..kurutulmak elde değil
Kış ortası, şiddetli ayaz
Damını başına yıktılar, gelmez ki şu yaz
İlbahar kış oldu, yazı sonbahar
Geçim zor, görmeyecek mi ki ilk bahar
Tek tesellisi idi küçük bahçesi, balkonu
Oyaladı yıldızlar bir süre onu
Birkaç kutu bin bir çiçek,
Naylon leğende sebze yetiştirecek
Uğraşısı, tesellisi baktığı iki torunu
Şaka diye koydum Kreş müdiresi adını
Bilmeyenler gerçek müdür sandı kadını
Ankara doyurmaz, kendi doyamaz oldu
Ümitlerin bittiğinde yeni bir güneş doğdu
Bir akşam yükünü sırtladı Müdire hanım
Göz yaşları içinde yeni bir hayale..
Gözü arkada, gitti uzaklara..
Diktiği birkaç ağaç, çektiği acı hatıralar
Geriye kaldı; bir kaç kutu reyhan, yadigar
Eylül 2001
Necati Çavdar

Hiç yorum yok:

memleket; Kar gibi bem beyaz kefen giymiş - Deprem 2

Ülkeme kar yağdı sevindik... Beyazlara büründü gelinlik, sandık meğer memleket; Kar gibi bem beyaz kefen giymiş bilemedik.. ... Umulur ki Ak...