Vatan Hainliği Telafi
Edilebilir.
Din ve Dile Yapılan İhanetin Telafisi Olmaz.
Necati Çavdar
20016 Nisan/Ahimesud
Yılar önce;
“Yara, Dilim
‘Kuş’atılıyor ana
dilim
Yapılmıyor; konuşma, bilim
Türkçe gidiyor; yara, dilim
Birlik, dirlik olur; dilim, dilim” (1)
Yapılmıyor; konuşma, bilim
Türkçe gidiyor; yara, dilim
Birlik, dirlik olur; dilim, dilim” (1)
diye çığlık atmıştık.
Kim duya, kim
duyura..?
Batı’nın
karanlık, İslam dünyasını aydınlık çağlarında Avrupa’da derebeyler vardı.
Bunlar
kontrol ettiği alanın kanını emerek şatolarına
tıkınıp, bütün alemi “şato”
etki alanı.. İnsanlığı da lütfedip
içeri aldığı kimi esaretten kimi azat
kabul etmez gönüllü kölelikten dolayı
orada olanlardan ibaret
sayardı..
Diğerleri
ya düşman ya da “yok” hükmünde idi.
Şatolar,
surlarla çevrilir, istenmeden içeri
girmek ölümle sonuçlanırdı.
Bu
gün günümüz siyasası ve de “edebiyat”
dünyası da bu durumda..
Birkaç
şato ve birkaç derebeyden ibaret..
Şayet
şatoya girmiş derebeyin kontrolünde isen varsın.
Değil
isen zaten “yok”sun..
Senin
var olmana; derebeyler, dükalıklara,
şatolara hükmeden, klânlar, sanat ” tanrıları” karar veriyor..
“En
izleksel, öznel- nesnel söylemsel
imgelerle hermetik, tematik, tikel ve tekil … dizinler” kurar isen;
oldun.
Yok
.. Milletin sesi, dili, yüreği olur isen yandın, “yok”sun..
…………..
ADALET..ADALET
yine ADALET …!
Hukuk-
adalet…
Birinde kanunilik, gücü elide tutanın
hakimiyeti.. Çoğunluğun kararı ve
onayı..Diğerinde hakkaniyetlik,
mazlumun hakkının gülcüye karşı
korunması, milyarlar karşısında bir kişide olsa onun Hak’kının teslimi söz konusu..
Nemrut,
Firavunlar, Hitler, Mussoloni, Mustafa
Kemal, Stalin, Pol-Pot ve diğer tiranlar,
döfakto yapay yapı İsrail;
elbette yaptıkları işleri dönemlerinin mevcut “hukuki” şartlarına uygun olarak
ya da hukuki şartları uydurarak yapmışlardır. Bundan sonra da halkın onay verdikleri dahil her türlü dikta heveslisi kimi güç sahipleri adaletsizliklerini
“hukukilik” kılıfıyla örteceklerdir. Fakat o gün insanlar bunu kabul edip sindirse de çoğunluk benimsese
de yanlışlıklar “adalet” kavramıyla
değerlendiremez.
Hukukilik; sıfırdan başlayan artı rakamlarla ifade edilebilir. Ancak adalet terazisinin
artı sonsuz ile eksi sonsuza uzanan
ölçme, değerlendirme imkanı ile
Haklının hakkı, zalimin cezası
belirlenip, sağlanır.
Tıpkı
şiirde de okunacak ile çok okutulan, okunan aynı şey değil.
Tanınmış
– tanıtılmış; aynı kavram değil ise şair ve “kendine şair diyen/dedirten de
aynı değildir.
Ölçü
yanlış olunca sonuç da yanlışa çıkar.
Bir
kilo, tüm ölçülebilen ağırlık için bir
kilodur. Fakat bir kilo demir bir kilo altı değerinde değildir.
Her
değer kendi cinsiyle kıymet bulur, onunla ölçülür.
Kimi
dukalıkların şatolarına girip, “klan”lara bende olanlar; kimilerini şair saymıyor.
“Aruz”un anlam ve hesap denklemini çözemeyen “ hece”nin
ölçüsüne boy erdiremeyen elbette zekanın sınırlarını kendi
belirleyecek..
Ölçüyü – tartıyı
kendi uyduracak..
“Hece” ölçülerine
uymaya çalışmayı “anakronik bir tutum”
ve de “hece”nin ifadeye
kazandırdıklarına “ plastik güzellik”
“diye niteleyip hiçbir ölçü,tartı,
anlam kıymetinin semtine ayak basmayarak “postmodern iştihalar içinde”; “retoriğini” de kendi belirleyip
“serbestin” en derekesinde efelenecek ki kendinden menkul “şiir”
vadisinde sözü, kelamı olsun, “varlığı”
bilinsin..
Aksi takdirde kıymeti ne ola ..?
Mesela..
Necip Fazıl, onlara göre şair değil olsa
olsa “ikinci seviye..”
Ancak,
Stalin’e “kul olup” kominizim arpalığı, imparatorluğu imkanları ile “tanıtılıp”, ideolojik cila ile parlatılarak sunulan Nazım Hikmet, bir
“nümera..”
Mehmet
Akif, “eh işte”..!
Söylenen
söz şu:”Akif’e bazıları şair diyor..Ama…” Aması; aslında “şair değil” demek
istiyorlar..
Şahıs ,
“şiirin adaleti” diye “eser”
yazmış.. Görende cümle şiir genellemesi içinde “adalet “arayacak..
” 1980 Sonrası Türk Şiiri Üzerine Eleştiri Ve Tahliller “diye kurnazlık edip,
belli tarih kesitinde yazan herkesi
kucakladığı sanılacak..
İlginçtir
bu eşsiz esere de, çok şükür ki üyesi
olmadığım Türkiye Yazarlar Birliği
‘ de
“ Edebî Tenkit”
dalında ödül vermiş.
Tuhaf olanda bu ya..
Ya sözde “mutedeyin”
veya “mefkureci” camianın kalem/kelam erbaplarının
klanlaştığı o kurumun “yazarlarla
“ilgisi yok.
Ya da “eserin “ eserle alakası..
Veya her ikisi de ..
Kimi “gelenek”, milli
“irfan” sevdalıları da “Edebiyat” a “edeb-siz”lik mührü vuran yayınları yetmiyor gibi kendi
benliğinden “değişim”e, “dönüşüme” geçiş, maziden kopuş ve de kaçış
babından acil “akın”a çıkmış
olmalılar ki toplum önüne çıkarıp kürsü tahsisiyle “söz “söyletme makamında
toplum önüne taşıyarak mükâfatlandırma yarışına girmiş.
Bir şair için
değerlendirmede bulunarak
“Buradaki malzeme
(izlek ve duyarlık) içsel bir tutarlılıkla şiirin tamamına taşınabilmiş
olsaydı, eminim çok daha farklı bir sonuçla karşılaşmış olacaktık. Ancak
üzerinde durulması gereken esas
nokta tematik ve söylemsel bağlam açısından “” diye
“milli” dili kullanarak “anlamsal
ve de kavramsal çıkarımlara” devam
etmiş..!
ÖLÇÜ
ve REHBER…!
Elbette
her kıymetin kendine has ölçüsü olur.
Hatta ölçüsüzlüğünde ölçüsü vardır..
Modern zamane şairi olabilmek için;
Epik- ontolojik takılmalı,
Poetik.. bir şekilde
“imgenin “ dili kullanılmalı,
“ethos” ve “pathos” ayaklar çekilmeli..
Eskilerde Yunus, Molla Kasım süzgecinden geçerdi.
Şimdiler de - ise
eser verenler; milletin kültürüne gönül diline, ruhuna uymasa da - Nietzsche’nin Baudelaire'in adı sanı bilinmez Octavio Paz’ın
“Çarmıhına” geriliyor..
Yandın Veysel..
Yandın Aşık Şenlik..
Yandın Niyazi Mısrı..
Sen çoktan yosun Fuzuli..
Nedim, Baki öleli
asırlar geçti.
Zira “aruzu” , hesap
edemeyip “hece” yi kuramayanlar
“manzum” şöyle dursun “nesri”
çoktan terk edip “yaniii” ve
“aynennnn”in kıskacında düz yazıdan da
geçti..
“ Bütün güzellik ve etkileyiciliği ile
beraber” öykünmesi, neşesiyle
“kafirlerden
hegel’i çağırıyorum ortada
vuruşmaya /ismet özel adlı bir zülfikarla
deşiyorum karnını”
yazanı şiirin “semantik dokusu” içinde “şiirdeki
tarayıcı zihnin alamatifarikasından ibaret bir durum saymak gerekir “ (şiirin
adaleti- s.336) diye “Nefs-i Levvame “ makamı (!) vererek;
Şiirsellik tezgahında, Marksizm anaforlarından İslami
kılıfa monte edilen İsmet Özel’i
“tanrı”laştır.. Ve o” tanrı”nın mabet
koruyucusu ve de kılıcı olarak da
milletin başına ali kıran - baş kesen olarak fikir cellatlığına soyun..
Yetmez…
Kim dinler, kim duyar babından arkasından koşulan ve “irade”sine
ram olup “Turgut Uyar”
efsanesi uydur..
Biraz da “yedi güzelleme”
izlek ve duyarlığı”
içinde “deneysel ve avangard” zırha bürünüp, “var oluşsal tecesüs”
peşinde Cahit Zarifolu kekremsi
çıkışlar yap...
Sezai Karakoç, “şifalı bitkiler” dükkanındaki (!) hazır
kalıplarla teyemmüm edip sanat - edebiyat da da milletimizin düçar
olduğu inkraz ve fetret döneminin figürleri olarak “Çağdışı sanat ve edeb-iyat-sızılık “ dükalığının dar sokaklarında köşe kaparak alan hakimiyeti sağlayan derebeylerine temana et.
Ölçüyü, onlara göre kur.
İleride..
“Maraşi
“ dükalığı Angara şubesinin koruyucu- kollayıcısı ve de başkesni
vaziyetinde konumlanan ve bu
“edeb-iyat-sız” mahfillerin var
ettiği takım tarafından adı çokça
anılacak olan …
Yoz edebi tarih
takipçilerinin temelsiz ,köksüz şatonun külhan beyi olarak sitayişle yad
edeceği zatın parlattığı ( şiirin adaleti Ali. K, s.1- tanıtım sayfası) Ali “K”, namlı “izleksel
eleştirmeni” dinlerken cinnet geçirecek duruma geliyoruz..
"
Hermetik, tematik, izleksel, imgesel, siyasal,retorik, neo-epik, poteik
“vs
Milletin kültürüne, gönül diline, irfanına, değerlerine aykırı ne varsa ölçüyü bulara göre kurup,
kıymet verme sadedinde bulunuyor.
“ Şu söyledikleriniz..
Milletin kültürüne,
gönül diline, irfanına aykırı…
Millet, bu
kelimeleri hiç mi hiç kullanmaz.
Kullanan da hazzetmez..”diye itiraz ediyoruz.
“Kürsî”ye çıkarılmış, güya
“söz” onun ya..
Pişkin pişkin
“sanat tanrısı “ edasıyla “ … bunlar modern şiirin gerçeği. Bunları kullanmadan
olmaz” hükmünü dikta ediyor...
Batı,
değerleri imiş
Kullanmak gerek.”miş miş..
Sanki
bütün insanlık Batı’dan ibaret.
Doğuda
-batıda..
Güneyde
- kuzeyde ..
Kıtalar
üzerinde ayrı ayrı onlarca medeniyet havzası var..
Milyarlarca
insan. İnsanın olduğu yerde aşk da olur, gönül de, ruh da.. Kim kimi tamamıyla
kuşatabilir ki…?
Her
havzanın ruh iklimi farklı olur.. Her havzada
edebiyatı da sanatı da onu oluşturanlarca ortaya konur.. Elbette Cin ve
İnsan olarak yeryüzünde yaşayan iki ırktan biri olma hasabiyle insanlık
ailesinin ortak değerleri, buluşulan ortak kıymetleri olacaktır.
Yine
de insan kümelerinin, topluluklarının..
Her
havzanın kendi değer ve ölçüleri vardır.
Kendi
kural ve kurumları bulunur..
Tümünü
teke indirip şunun şurası birkaç yüzyıldır etkili olduğu kesin olan “Batı”
değer ve kalıpları içinde değerlendirmek, ona tümüyle teslim olmak üretene, emeğe zulümdür.
Hasılı…
"
Hermatik, tematik, izleksel, imgesel, siyasal
retorik, ontolojik " olarak da geniş
çoğrafya da makes bulan Türkçe adına rezalet.. Millet, geleceği adına tam bir soysuzluk..
ŞİİRİMİZİN BAŞ TACI MI UTANCI MI ?
“Yaşantıyla
beslenmeyen şiirde zeka, kuru
sıkı atan tabancadan farksızdır” dese de
“ Halkımıza inanmıyorum; bir de kımıldamasa
ruhuna da. protez
ya da değil
birde kımıldamasa”
Şeklindeki bu örneği “şiir”
diye sunarak ”… şiirinde zekânın başat konumda olduğu aşikâr. Zekânın
başatlığı, zekâyla gelişen, geliştirilen
bir şiirsel oluşumu imler”
(şiirin adaleti.s.62) şeklinde güya şiir tahlili yapıp, şair
değerlendirmesinde bulunuyor..
Anladık; meğer
şair, kimler..?
Millet de sizin zekanızı
“mimler” ..!
Bir başka bir örnek:
“Günaydın günaydındır ama
Siz başka sanırdınız
Sanmak zaten biraz da
bir nehre benzemektir
Bir nehre sabahları iki kere benzemektir” şeklindeki yazıyı şiir diye değerlendirip bunu yazan kişi için de “..onu modern
Türk şiirinin orta sahasına
yerleştirerek oyun kuruculuk ve etkileyicilik anlamında önemli bir
hinterlanda sahip kılmaktadır.
Bunun ‘tehlikeli değil bereketli bir orta saha gücü
olduğunu unutmamak gerekir” buyuruyor. (şiirin adaleti.s.67)
SİYASAL CESARET ÖRNEĞİ
Necip Fazılları “ikinci sınıf” şair sınıfına koyarak Durmuş
Ali Ekerleri “yok sayanların iktidara, güce kafa tutan şair örneğinin sözde şiirine bakın:
“mustafayı sevmiyorum kemali de, bence sevmiyorum, bir
gün bilmeli(..) mustafayla suphiyi seviyorum ama sevmiyorum mustafayla kemali”
( Şiirin adaleti s.84)
Bu şiir…
Hem de “kemalizme
muhalefet” ve de siyasal cesaret örneğine timsal olacak şiir.
Böylece önem
verilen, değerlendirmeye alınan “böyük şairlerin” şiirleri ile ortaya koydukları ise “ imgelemin ideolojik,
politik çevrelerin dışına taşması, daha doğrusu ideolojik bağlamda merkezkaç
bir anlam dünyasını tebelür ettirmesidir”(şiirin adaleti .s.79)
“Şiirin yararına işleyen müphemlik “ örneği olarak
verilen ve açıkça “Mustafa “
geçtiği halde “.. Söz konusu göndermelerin somut karşılıklarını yakaladıktan itibaren, şiir adeta net bir resim gibi açılmaya başlıyor. Şiirdeki Mustafa ismiyle
‘Ben ile biz !
Bize – mesela-/Mustafa diye birinin hiç/ olmadığını anlat. Öhö öhö”
çekerek “siyasal gönderme “ yap, yüce
şairlik makamını kap.(şiirin adaleti s.314
Birde madalya tak..
Aman Allah’ım, aklıma mukayyet ol.
POETİK İFADENİN YAPI TAŞI..!
“Kuşkulu Klan” değerlendirmesi:
“..söylemsel unsur (‘uzun gölgeli piç bir keşiş oldu
tarih’ ) yaşantısal /varlığın (çapul
gezerdim Lordlarım, hırçın kanımla oralarda )içinden zuhur ederek varoluş alanına taşınan ( “Bize savaş ,
arkadaşın düşünce başlar, dediler;/
Daha kaç arkadaşım düşecek,/
Dadanmayasın diye sen, kuzgun gibi leşime)
poetik ifadenin yapı taşı. Haline getirilmiştir..
Böylece söylemsel
imge, öznel nesnel arasındaki diyaletiği işleten bir dil olma hüviyeti edinir.”
“Kuşkulu Klan” şiirinde emperyalizme yönelik
ironinin epik tonlamayla entegrasyonunu
da ayrı bir başarı olarak
kaydetmeden geçmeyelim. “ göz yaşımı
kanıma tercih etmem müstesna./Lordlarım; göktaşı idim ya, emre tabiydi yörüngem”
Ali K. Şiirin adaleti.s. 95)
Müthiş(!) örnek..
Ne müthiş değerlendirtme..
İyi ki milli
“edebiyat” hayatımızda bu değerler var..
Yoksa el alemin içine
hangi düşünce, sanat edebiyat
adamı ile çıkabilirdik..?
Edeb-iyat-sızlığımız mı , bahtsılığımız mı, desem ?…
Belki de bizimkisi “yazarın
kastıyla okuyucunun algılaması
arasındaki fark bir tür yanlış anlama
diye adlandırılabilir “ (şiirin
adaleti.s101)…!
“Bi bilmeseydim allahım kafirlerinde bildiği şeyleri
yoksa kolay Amerika” (şiirin
adaleti s. 3449 yazanı, “allahım inanmam lazım sana, acil durum ışıklarım
yanıyor” diyeni bile “kozmik “
kılıflarla anlamlandıran , “Allah’ın
irade ve varlığını sorgulama konusu etmesi bakımından tematik olarak
doğrudan Allah’a hitaben yazılması olmasıyla..” da “Naat’ın negatifi diye tanımlayan”
(şiirin adaleti. s.320-321”; Ali K isimli eleştirmene göre “şairlerin yer
bulamadığı/yer verilmediği vadide
“şair” ol…
Maalesef,
şiirimizde, sanat ve edebiyatımızda
“izleksel ve de imgesel “vaziyet budur.
Ne yapalım doğru söze ne denir ki: “insan nasılsa şiir öyledir” ..(şiirin adaleti .113)
…..
Suç; eleştir-men –in değil ki..
Tenkit; eleştiri,
Münekkit de “Eleştirmen”…
Üniversitelerde
düşünce firara çıkıp , üretim;
“poydos” diyerek “kes -
yapıştır, ondan -al naklet”i akademik çalışma
sayarak “aşırma” doktora konusu olalı böyle..
İlmi hasiyet, yağcılıkla
zemin değiştirince “olanlar”
normal sayıldı.
Normali ise anormal..
Ne yapsın?
Edebiyat- sanat
dergi, yayın vs ne varsa oralarda yer bulanlar, kürsülerde “söz” söyleme gücü
olanlar bunlar..
O da elindekileri değerlendirip aynı mahfillerde yer alacak.
Haksızda değil.
Aslında alkışlanacak
(!) bir çaba.
ŞATOLARA ESİR OLANLAR ..
Bu kendi şatolarını kuran ya da bir dukalığa gönüllü esir
olarak kapılanarak - çoğu da “kamu “ imkanı ile - oradan halkı “gütmeye “ kalkanlar, bilmiyorlar ki şatoları sadece
kendilerine ait.
Milletle bir bağları da yok..
Üstelik dijital çağda ne şato kaldı. Ne de orada oturan
“edeb-iyat-sız “ asil kan lordlar familyası..
Kendilerini şatolara kilitleyenlere, tüm alemi kendi dukalıkları ile sınırlı
sayanlara inat; ne söz (kelam) ve kalem sahibi yiğitler var ki
Anadolu’nun en ücra köşesinde
dünya parmakları altında, tüm
cihana ses veriyor..
Milletin dili, oluyorlar.
Milletten ve de alemden haberi olmayanlar ya kendi
şatolarına tabi olanlara ya da komşu şatolara bakıyor. Dünyayı anlamamaya
gayret ederek milleten kopuk hayatlarını sürdürüp tiranlıklarını koruyacaklarını sanıyorlar.
Halbuki hiç de öyle değil.
Kıymetsizlikle ölçülen kıymet, alıcıya kapatılsa da yeteri
pazar bulamasa da değerinden bir şey
kaybetmez..
Üstelik sanal alemin sunduğu imkanları şimdilik yok sayıp,
sosyal medyada, bolglarda, e-kitap, bağımsız sitelerde, şahsi
yayınevlerinde yapılan kaliteli
üretimi görmüyorlar/görmezden geliyorlar..
Millet hafızasının hala unutmadığı cinsten “Cönkler”
devrinin elektron hızıyla yeniden
başladığını kavrayamıyorlar bile..
Oysa boşa çaba..
Güneş apaçık ortada
iken toplumda “seçtikleri”/ürettikleri
“ kimilerini “aydoğdu” diye sahte aydınlama/aydınlanma peşinde gerek kamu
gerekse cemaat/tarikat, sosyal zümre imkanları ile millete dayatanlar;
hakiki ışık karşında gözleri kamaşıp gerçeği
görmeyenler/göremeyenlerdir.
Işık süratında hareket eden yeni âlemde modern şiir izlekçilerinin “şair” dediklerinin boy
bile ölçüşemeyeceği nesir
ustası, zeka pırıltısı “Münzev-i
Muhacir” gibi nice nice
“Aslanlar” yatıyor da haberleri yok.
SORGULA..
FAKAT..
SURETİ HAKTAN GÖRÜNÜP HANÇERLEME
Geçenlerde hem de Devletin malı, milletten besli..
Hükümetin borazan ve de arpalığı Tv
de geyik muhabbeti için çağrılanlar da “aynı teraneyi” söylüyor..
Pes
dorusu..
Evet Mehmet Akif’de eleştirilebilir.. Fakat
Sultan Hamid’in yüceltilmesi için hem
de edebi kişiliği üzerinden Akif’i basamak
yapmak, niye..?
Siyaseten
eleştir.
Hatta İstanbul’da işgal altında çalışma imkanı
kalmadığından 3. meşrutiyet meclis konumunda Angara’da toplanan/ toplanmak
zorunda bırakılan Büyük Millet Meclisin’de
“vekil sıfatı” olduğu halde kişi ve ruh olarak neden “yok” olduğunu
sorgula..
Hicaz’da..
Alamanya da..İstanbul da.. Kastamonu da
Nasrullah Paşa Camii’nde bülbüller gibi şakırken neden Angara’da ; sadece Taceddin Dergahı’na kapanıp, yanı başında Ogüst Mabedini gölgede bırakan Hacıbayram..
Angara’nın
sultan (selâtin ) cami, Aslanhane (Alaladdin)..
Mimar Sinan eseri Cenabı Ahmet Paşa
camiinde cevalan eyleyip, sesin
gelmez..
Hayatın
hiçbir alanında esamen niçin okunmaz ?
Karaoğlan
Çarşısı’nda gezmez,
Kalenin
burçlarında,
Ticaretin
kalbi Saman, Koyun, At pazarları, Çıkrıkçılar Yokuşu’nda gölgen bilinmez,
Haydi
uzak diye Bulgurlu köşkünde
görünmezsin..
Keçiveren,
Abidinpaşa sırtlarında hava almazsın ..
Fakat onca bildiğin lisana rağmen Işıklar Caddesi’ne kümelenmeye başlayan yabancı misyonla hiç mi irtibata
geçmezsin..?
Angara’da adeta yoklara karışırsın ..
Hiç mi esnaf, tüccar, bürokrat bilmez.. berber
görmez, kahveci tanımaz.. Halktan bir
Allah kulu ile niçin çay içip, sohbet etmezsin... Sahi 500 altına yakın maaş ile nerelerdesin?
Diye sorgula, kafa yor…
Angara’da Teşkilatı Mahsusa durumuna bak..
Eyvallah.
Fakat
..
Ne Hicaz çöllerinden Çanakkale’ye uzanan ruhu
ne de milletin maşeri vicdanının sesi olan “İstiklal Marşı” Şairinin bir
mısrasını yazma gücünü bulamadığın halde Mehmet Akif’in “edeb”i yönüne laf etme…
Edeb-sizleşme..
……..
Baba
katilleri ile aynı safa dizilip, atıldığın hücreden çıkıp çıkamayacağın
belirsizken;
Zindandan Mehmede Mektup ‘da
“Zindan
iki hece, Mehmed'im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim! “
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim! “
Diyerek
ne olacağını kestirememe endişesi içindeyken bile
“Mehmed'im, sevinin, başlar
yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir! “ diyebileceksin, o günkü en kötü şart ve mekanda bu günkü sözde “evliyalar” iktidarını (!) haber edeceksin..
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir! “ diyebileceksin, o günkü en kötü şart ve mekanda bu günkü sözde “evliyalar” iktidarını (!) haber edeceksin..
Ama hiç bir
“çile” izi bulunmayanlarca şair
sayılmayacaksın..
Hadi
oradan..!
Necip
Fazıl ve “gerçek hakikate” düşman olanları anlarız. Onlar zaman gelir, pişman
da olurlar..
Fakat
“Necip Fazıl” pazarlayan muhitlerde
“sureti Hak’tan görünüp” zehir
kusanlara ne demeli?
………..
Evet,
inanıyorum ki Akif’e İstiklal Marşı, o günün şartlarında yazıldığı mekanın
uhrevi havası içinde dikte
ettirilmiştir..
Eminim
ki o mekanda , o şartlarda bir seher vakti cüzi iman sahibi mümin birine de
nasip olabilirdi..
“Mehmet
Akif” denen “millet sevdalısına” nasip
oldu..
Ne ve nasıl olursa olsun milletin değişmez anayasası sayılan
“İstiklal Marşı”, O’nun kaleminden
çıkmıştır ya..
İstiklal
Marşı’nın bir mısrağını “ dizemeyen”
kafalar; Akif için “ona şair diyorlar”
deme “edeb-iyat- sızlığı” ile karşı karşıyalar.
Edep
dedik te..
Ufak
bir makam , mansıp sahiplerinin ayak ucuna yatanlar için devrin en şaşaalı kişileri ile çıkılan
yolculukta “güç” sahibi sanılan kişiye
“edep” çıkışı yaparak onu insan makamına taşıyan ve bu tavrı ile mana aleminin zirvelerine çıkan Nabi, elbet de yoktur..
Zira
Nabi “edeb”i ve “edeb”iyatına o kadar uzaktırlar ki kendilerinin
ulaşamadığı mesafeyi ölçemeyip, “ Nabi ve Nabileri yok sayarlar.. Çünkü
kendileri o ölçüler içinde sıfır bile değildir. Yıldızların yanında uydulardan yansıyanın esamesi okunmadığı gibi..
O terazilerde kıymetleri olmaz, adları dahi anılmaz..
ATEŞİN
NARI, ŞEYH GALİB’İN “HAR”I
Şeyh
Galip
gelse küçük dilerini yutup lal
olacaklara; palan vurmaya layık görür
mü, bilinmez..
Zira..
Onun
eşeği bile ;
“ Acebe kalur u tefekkür ider
Kendü ahvâlini tasavvur ider”
….
Var idi bir eşek firâsetlû
Hem ulu yollu hem kiyâsetlû”
Çok çağlar görüp, geçirmiş..
Hem tefekkür, hem
feraset, hemd e tasavvur sahibi üstelik “zeki”
ve de “ulu yollu” idi.
Üstelik de;
“Kurd korkar idi kulağından
Arslan ürker idi çomağından
….
“Hoş-nefesdür diyü vü ihl ü fasîh
Hürmet eyler imiş humâr-ı Mesîh”
Soyu sopu mesel olmuştu hatiplere
Ediplere de nefesi hoş gelirdi..
“Çün meseldür ki dir benî âdem
Har eger hâr ü bî-temîz oldı
Çünkü yük tartar ol azîz oldı”
Müzikten anlar. Rast bilir.. Uşak makamına geçer. Muhayer çalardı.
Düşünüp, anlayana…
”ÇİÇEK - BÖCEK İLE ŞİİR OLMAZ”..(!)
Efendim
“çiçek - böcek vs ile de şiir olmaz” mış..!
Haydi
“benim sadık yarim kara topraktır..”
diyen Halk ve Hak insanı Veysel’in yaratılma hikmetinin sevdasını anlayamayanlar ;
“
Sen altınsın ben tunç muyum?
Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün ben saç mıyım?
Ne var ise sende bende
Sen altınsın ben tunç muyum?
Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün ben saç mıyım?
Ne var ise sende bende
Yarın mezara girende
Sen toksun da ben aç mıyım?
Topraktandır cümle beden
Nefsini öldür ölmeden
Böyle emretmiş yaradan
Sen kalemsin ben uç muyum?
Tabiata Veysel aşık
Topraktan olduk, kardaşık.
Aynı yolcuyuz yoldaşık
Sen yolcusun ben bac mıyım “ deyişini nasıl anlayacaklar..?
"En
izleksel imgelerle hermatik tematik … dizinler " üreten
"şair"ler, bu şiirlere de
“şiir” demiyor/diyemiyor.
Başta işin çilesini çekerek yazanlara “şair “
diyemiyor..
Onlar
postmodern öncesi, mitolojide kalıyor.
Zaten
Fuzili’nin, Baki’nin, Karacağlan’ın, Hatayi’nin, Nesimi’nin esamesi
okunmaz.
O "izleksel, hermetik , tematik
imge" sahipleri ; şiir lobileri ve de kontluklarında sefa sürüp yukarda ki
şiir den bir mısra üretemeyenler, şairleri cemiyetten de men ediyor...
E.. ne yapalım ki vatan hainliği sadece
toprak satandan olmuyor. Dile hançer
çeken, milli kültüre kezzap dökenlerde de fikri ve edebi anlamda büyük
hainlerden olsa gerek..
Hele
de “ milli” hars ve hislere yakın duruyor görünerek..
BİR
KATRE ZEHİR, GÖLÜ PİS EDER
Gençler..!
Bizim ölçülerimiz var.
Beslendiğimiz, insanlığa yararlı, Hakk’a dayalı bilgelikler,
destanlarımız var..
Ama bize ölçü diye sürekli Batı’lı batıl değerleri
dayatıyorlar.
İnanmayın onların
“hümanizma”sına
Bakın tümüyle koca Balkan’a
Bakın Cihan harplerine
Yetmez ise Afgan’a
Irak’a
Suriye’ye bakın
Tükürün adaletine
Tükürün..
Yırtın, poetikalarını
Çöpe atın monorisasını
Varken elinde onca destan
Zira;
Suyu arındıramazsın, bir katre pisten
Şiir; meğer “çile”
imiş
Seninki si “çiş”
Şimdilik demem, çüş
Git ve Piş
“İkinci seviye” imiş..!
“Öz yurdunda garip”
Öz yerinde “parya..
“
Git, çöplüğüne sıvış..
İşte simge;
Bit bile değilsin
Şahsiyette yavşaklık
İşte imge;
Sanat alanında;
Seviyede; çukur bile yüksektir
Esameniz okunmaz, alçaklık
DİL
ve DİN
Dil,
elbette yaşayan, gelişen bir şeydir. Değişimden etkilenir.
Ancak
bu değişim zoraki olmamalı..
O
zaman kendi mecrasında yürür, değiştirip geliştirdiğini “kendi” malı yapar.
Aksi
halde iğreti durur..
Mesela İslam’ın orijinal metinlerinde olmamasına
rağmen “namaz,niyaz, naz “ibi. Oruç gibi kelimeleri ilk karşılaştığı toplumdan alarak “kendi” malı yapmıştır..
Oysa
Arapçada karşılıkları farklıdır.
Fakat
millet meramını bunlarla anlatır ve anlar..
Batı
üterimi teknoloji eseri olan “motör” ile karşılaşınca üzerine “ Maşallah” yazar, hiç yüksünmeden kullanır. Fakat
ismine de “motur”, der. Kendi malı haline getirir..
Yeter
ki müdahale olmasın..
Ortada
“g “ harfi varken, “k” kullanılarak
“gardaş”, Türkçenin ses uyumuna aykırı bir şekilde “kardeş” yapıldı.
Yapıldı da ne oldu…?
Başımız
göğe mi erdi.?
Ermedi de millet bütünlüğü ile aramıza set kondu.
“Gardaş” dediğinizde Bosna’dan Çin seddine .. Vurallardan Basra körfezine kadar
insanlar iyi kötü ne demek istediğinizi anlıyordu..
Bu
ihanet en masumu..
Hala
Anadolu’da yaşayan öz Türkçemizde “Bibi” kelimesi de öyle..
Onun
yerine “hala” getirildi. Milletimin hala dediğine de “teyze”.. Ananın bacısı olan “hala” oldu teyze..
Babanın bacısı olan “bibi” oldu, hala..
Yani
sağ gösterip sol vuruldu..
Şimdilerde “kuzen” fırtınası esiyor..
Hayat,
kelimemiz vardı. Ve de evlerimizde
“hayat” denen alanımız..
Hayat
yerine kullanılan kelimeyi edebimden ağzıma alamam…
Fakat,
nasıl yapıldıysa devletin en yüksek makamında olanlar bile bu “edepsiz”lik
çukuruna düşmekten kurtulamıyor..
Kalemin
olduğu gibi “kelamın” yani “söz”ünde gücü, ağırlığı var.. “Hayat” kelimesiyle
yerine kullanılan edep dışı o malum kelimenin ağırlığı bir mi?
Millet, bin yıllık yolculuğunda bazı kavram ve
kelimeleri benimseyip kendi malı etmiş. Bununla oynamanın anlamı ne?
Elbette
bir anlamı var.
En
basiti şu:
Daha
yeni elli kusur ülke İstanbul’da bir araya geldi.Orada bizim
yetkiliklerimiz “Hayat” kelimesini telaffuz etseler, bir çokları ne
denildiğini, konuşmacının kastını
anlayacaktı..
Fakat
onun yerine zorlanan kelimeyi kulansalar kimse anlayamadığı gibi bilenlerin
yüzü kızarmıştır..
Öte
yandan “Hay” diyerek , hayat veren,
yaşatan, diri-lten anılacak.. Hem de
gerçek hüküm sahibi hatırlanacaktı..
Bedavadan
“sevap” kazanılacaktı..
CHP
güdücülerinin harf değişiminin zor öğrenme maksadından öte “milletin kendi
değerlerinden uzaklaştırma” gayesiyle yapıldığını itiraf ettikleri bilindiği halde neden hala CHP, projesi
peşinde gidilir..?
Hem
de bugünkü CHP yönetiminin bile uydurma ”ulus” , “ulusumuz” kelimesinden
“millet”, “milletimiz” tahtına yükseldikleri bir dönemde.
Geniş
tutup 300 milyona hitap etmek, hiç değilse dilde birlik olmak, bilişmek
varken daha ilerisi kendi coğrafyan da milyarlara ulaşmak mümkünken içe büzülerek dili “azınlık”
heveslere kurban etmenin anlamı ne?
Elbette
başka diller bilinmeli.. Çok dili olmak, çok insanla temas güzel..
Fakat
kendi dilini terk etmek, budamak, “dilsiz adem” olmak kötü.
Fransızı,
İngilizi, Rusu, Çinlisi 500 yıllık dede edebiyatını okur..Fakat bizim
milletimiz dedesinin mezar taşlarını bırakın sözde
“inkılaplaşmanın “ öncüsü Mustafa Kemal’in “Nutuk” denen siyasi
hatıra kitabını bile okuyamaz.
Mehmet
Akif’i anlamak için lügat taşıması gerek..
Niçin?
…..
"Vatan
hainliği" denen mülke - toprağa - yapılan ihanet, zaman içinde telafi edilebilir..
Hatta
yeniden ihyası da mümkündür..
Ancak
dine ve dile yapılan ihanetin telafisi zordur. Hatta imkansızdır..
Mesela
:
Karabağ..
Filistin..
Alaska..
Amerika…
Uygur..
Kerkük…
Halep
böyledir.
Karabağ..
İşgal altında da olsa Azarbaycan bilir ki kendi mülküdür..
Kenan
diyarı..
İngiliz
eliyle Yahudi yerleştirilip, döfakta işgal edilerek yapay oluşum yapılsa da
mülkün sahipleri hiçbir zaman bunu kabul etmez, edemez.
Dönem
içinde güçleri yetmese de ruhlarında her daim “vatanı” yaşatırlar. Nesilden
nesle milli hüzünle aktarırlar.
Kıbrıs işgal altında olsa da Halep, Musul ana
vatandan koparılsa da millet kabul etmez, hafızasında yaşatır..
Kızılderili;
bilir ki, işgalde de olsa Amerika; asli
vatan..
Rus
için Alaska, satılan/satılmış toprak…
Köklerinden
koparılıp köleleştirilmiş Zenci için kendi nerde olursa olsun Afrika,
ana vatan..
Bunlar
gün olur alınır, bir gün olur “vatan”a
kavuşulur ya da “ah vah la” yad
edilir.. Milli hafızaya kaydedilir.
Ancak..
Dine
ve dile yapılan ihanetin telafisi zordur hatta imkansızdır..
İşte
Bulgarlar... İşte Macarlar ve başkaları ..
Dil
gitti mi milliyet de gider..
Bugün
Türk var ise İslam olması sayesinde var ve varlığını da bununla daim kılıyor.
İslam
olmasa şu 200 yıldır yaşanan inkıraz döneminde millet diye bir şey kalmaz.
Batılının dayattıkları ile bambaşka bir şey olunurdu..
Bu
millet, “Türk” Dil Kurumu aracılığı ile Agop Mutafyanların dile ihanetlerine elli yıl direndi. Ne onlar
gibi oldu, ne de onların dayattığı “dili” benimsedi.
Fakat kendi zannettiği, kendinden
bildiklerinin yaptıkları karşısında aynı öz savunmayı yapamıyor.
Agopların, -bir proje olarak
millete dayatılan - CHP ve de Ecevitlerin yapamadığını yaptıramadığını kendinden
bildiği kendi zannettiği her alanda öne çıkarılmış kişi/kurum aracılığı
ile sunulan zehri soluyabiliyor.
///////////////////////////
http://www.antoloji.com/yara-dilim-siiri/
/////////////////////http://blog.milliyet.com.tr/vatan--hainligi-telefi-edilebilir--din-ve-dile-yapilan-ihanetin-telafisi-olmaz/Blog/?BlogNo=528892
Vatan hainliği telafi edilebilir. Din ve dile yapılan ihanetin telafisi olmaz / Şiir / Milliyet Blog http://blog.milliyet.com.tr/davutoglu--cagin-nizam-ul-mulk-u-olmali/Blog/?BlogNo=484038 …
https://twitter.com/necaticavdar
SAIRIN Yeri Necati ÇAVDAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder