ÇAVDAR'IN Obası: lV NECATİ ÇAVDAR'IN Çığlık, 28 ŞUBAT TÜRKÜSÜ, GÜNEŞİ GETİRİRİM, UYAN, MORSALKIM, HÜSEYİNNNAME, GÖR, VANNAME HALNAME, SONSUZLUK YOLCUSU, TÜMÜLÜS,KORANA İSMİ İLE KİTAPLAŞTIRDIKLARI İLE BU KİTAPLARDA YER almayan DİĞER ŞİİRLERİ .. Veya ŞİİRLERLE bir hayat, toplumsal OLAYLARA, değişimlere şiirle tanıklık ..
3 Mart 2009 Salı
Çorum - Alaca, Küçük Hırka Köyü doğumlu
Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler bölümünü bitirdi
1976 yılında teknisyen Asssubay olarak Türk Silahlı Kuvvetlerine katıldı.
- Esnaflık yaptı.
- 1996 da Milli Kütüphane’de Mikrofilm Uzmanı olarak çalıştı.
-1997-1999 arasında Akit Ankara Temsilciliğinde muhabirlik, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği ve temsilci yardımcılığı yaptı..
-Serbest Gazetecilik ve 1999- 2006 arasında sürekli olarak Anayurt (Eski ismi Vakit) gazetesinde Başyazarlık ve Köşe yazarlığı yaptı.
-Basın Müşavirliği
e-Milletvekili Danışmanlığı
-İç Anadolu Birliği Genel Sekreterliği’ni yaptı.
Çorum - Alaca, Küçük Hırka Köyü doğumlu
Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler bölümünü bitirdi
1976 yılında teknisyen Asssubay olarak Türk Silahlı Kuvvetlerine katıldı.
- Esnaflık yaptı.
- 1996 da Milli Kütüphane’de Mikrofilm Uzmanı olarak çalıştı.
-1997-1999 arasında Akit Ankara Temsilciliğinde muhabirlik, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği ve temsilci yardımcılığı yaptı..
-Serbest Gazetecilik ve 1999- 2006 arasında sürekli olarak Anayurt (Eski ismi Vakit) gazetesinde Başyazarlık ve Köşe yazarlığı yaptı.
-Basın Müşavirliği
e-Milletvekili Danışmanlığı
-İç Anadolu Birliği Genel Sekreterliği’ni yaptı.
3 Şubat 2009 Salı
Etimesgut ve Davas Restini unutmayacağız..29.Ocak 2009
Lübnan saldırısı dolayısı ile "teşekürler israil" diye yazı yazarak "İsrail'in sadece insana değil kaniata svaş açtığını" ifade etmiştim.
Bugün( 7 Şaubat 2009) , El Cezire'de haber izlerken israil vahşetine maruz kalmış bir koyun gördüm
İnsana karşı işlenen vahşete insan oğlu kanıksandımı ne?
O kadar etkili değil.
ma koyun beni beynimden vuurdu.
Çünkü mazlumiyetin simgesi koyun da israil zulmünden nasibini almış.Yüzü parçalanmış..Ama israilin vahşetini sergilercesine yaşıyordu.
Vahşileri bile insafa getiren o siyoit vahşete, insaf sahibi Yahudilerde isyan ediyor..
Artık "Yeter" demenin zamanı...
Gilad Atzmon Timeturk için yazdı. Atzmon, "Onlarca yıldır kurumsallaşmış politik Yahudi lobilerinin terörüne maruz kalıyoruz" dedi.
Perşembe, 05 Şubat 2009 08:04(http://timeturk.com/artik-yeter-demenin-zamani...-50272-haberi.html)
Gilad Atzmon*Davos’ta insani bir dava için Başbakan Erdoğan’ın dik duruşunu görmek oldukça cesaret verici idi. Ama tümden şaşırdığım söylenemez. Bir kez daha ispatlanmış oldu ki insanlık ve etik mevzu bahis olduğunda İslam ve Müslüman dünyasının liderleri ön saflarda yer alıyor ve sadece Chavez ve Morales gibi birkaç temiz popular lider de bu saflarda bulunuyor.Günün sonunda ağzını açan Başbakan Erdoğan oldu ve uzun bir süre önce bu mevzuyu kavramaları gereken oradaki dünya liderlerine konuştu. Batılı liderler İsrail’in savaş suçlarına ses çıkarmazken, gerçeği söylemek için dimdik duran Başbakan Erdoğan’dı, Peres’e ellerinin çocuk kanına bulanmış olduğunu söyleyen o idi. “Sesini yükseltiyorsun Sayın Peres, bu suçluluk psikolojisindendir” dedi. Başbakan Erdoğan’dan farklı olarak ben şahsen Peres’te vicdan düşünemiyorum. Yaşlı adam hayatının en güzel yetişkinlik yıllarını ırkçı bir devletin politikalarına yön vermekle geçirmiş. Adı özünde çok sayıda katliamla bağlantılı. Bu yetmezmiş gibi İsrail’in meşhur kitle imha silahları projelerinin arkasındaki güç de o. Peres’de zerre insanlık varsa, gerçekten de çok iyi bir şekilde gizlenmiş olsa gerek.Yıllardır Filistin halkının en büyük devlet terörüne maruz kaldığı aşikar. Ve şu ana kadar, insanlık karşısında defalarca işlenen savaş suçlarına rağmen, etnik temizlik, katliam, toprak yağmalama ve hatta tamanen ırkçı kanunlarına rağmen, batı dünyası her zaman sessiz kalmıştır. Her zaman sessiz….Açıkça, Yahudi devletine Amerikan ve batı desteğini durdurmak için hiçbir şey yapılmadı. Amerika’dan İsrail’e düzenli silah akışını durdurmak için hiç birşey yapılmadı. Batı başkentlerinde Yahudi siyasi lobilerinin muazzam etkisini azaltmak için hiç birşey yapılmadı. Zaman zaman Yahudi yıldızıyla süslenmiş Amerikan yapımı F-16 ların masum siviller üzerine bombalar yağdırdığını seyretmekteyiz.Şu ana kadar hiçbir batılı lider bunlar karşısında “Yeter artık, bu kadarı fazla” diyebilecek temel ahlaki bir bütünlüğü sergileyemedi.Çok iyi biliyorum. Filistin halkına destek vermek kolay değildir. Davalarına destek verdiğimiz kadar, geri dönme haklarına ve özgürlük mücadelelerine, Filistinlilerle dayanışma yönündeki empatimize rağmen, defalarca İsrail ve Yahudilerce iyi finance edilmiş ve adanmış baskıcı grupları tarafından defalarca yıkama uğradılar.Onlarca yıldır kurumsallaşmış politik Yahudi lobilerinin terörüne maruz kalıyoruz. Politikacılar belirli bir temele göre tehdit ediliyor ve bu daha da artıyor. Tuhaf gelebilir ama dayanışma hareketiyle alakalı önde gelen entelektüel, şair, sanatçı veya akademisyenlerin sesini çok zor duyuyoruz. Filistin davasında destek vermeyenler sanatçılar ya da akademisyenler değil. Tam tersine bu gezegendeki etik değere sahip her canlı Filistinlilere destek veriyor, ancak, Filistinlilere destek verdiğini ifade eden herkes acımasız Siyonist güçlerin hücumuna uğruyor.Yıllardır Yahudi lobisi, İsrail aleyhine yapılan ter türlü eleştiriyi anti-Semitik söylem olarak gösterip, susturmada ve hedef göstermede oldukça etkili oldu.Ancak eğilim hızla değişiyor. İsrail’in en son Gazze’deki büyük vahşetinin bunda çok büyük etkisi var. Bu şüphe götürmez bir durum: insanlık adına ne kalmışsa bunu kurtarmak ve İsrail vahşetinden Filistin’i kurtarmak için. Her humanist İsrail’in durdurulması gerektiğinde hemfikirdir. Ordusu ve politik liderleri yargı huzuruna çıkarılmalıdır. Askeri yıkım kapasitesi sıfıra indirilmelidir. Maalesef batılı liderlerle bu iş olmuyor. Tüm bu mevzularda başarısızlığa uğradılar. Ama sadece Başbakan Erdoğan kanayan kalplerimize bir umut ışığı serpti.Hepimizin İsrail’in sergilediği vahşetten konunmamız artık bir seçenek değil. Acil bir zorunluluk. Filistinlilerin hayatlarını koruyacağı gibi genç çocuklarımızı da Kitabı Mukaddes kıyımından koruyacak, İsrail’in gücünü azaltmak ayrıca İsraillileri kendi kendilerinden ve ispatlanmış öldürme eğilimlerinden de korumak için gerekli bir harekettir. Ayrıca Yahudi halkının ciddi bir felaketin eşiğine gelmesini engellemek de ancak İsrail’in durdurulmasıyladır. Bu çoğu zaman bizim hem fikir olmadığımız bir şeydir. Bazı anketlere göre http://news.hosuronline.com/NewsD.asp?DAT_ID=722 İsraillilerin %94’ü Gazza’ye saldırılara destek verdi.. %92’si Filistinlilere yapılan hava saldırılarına destek verdi. Anlayacağımız üzere İsrail’i bu ölümcül tutkudan vazgeçirecek bir güç yok. İsrailliler kendilerini kendilerinden koruyamıyor.Dünya barışı için, onların tüm bunlarla yüzleşmeleri için ve temel insancıl anlayış ve etik şuura vardırabilmek için elimizden geleni yapmalıyız.Erdoğan’a sözlerinden dolayı derinden minnet duyuyorum ve dünyadaki milyonlarca insanının onun Davos’taki hareketlerini onaylaması gibi onun o ahlaki duruşundan dolayı da minnettarım.*Caz müzisyeni, besteci, yapımcı ve yazardır.Gilad Atzmon'un Timeturk için kaleme aldığı bu yazı M. Hasan Uncular tarafından tercüme edilmiştir.Makalenin İngilizcesi için tıklayın:It is time to say enough
var tmp;
tmp = document.getElementById("news_content").getElementsByTagName("a");
for(i=0; i
//////////////////
NOT:
http://timeturk.com/artik-yeter-demenin-zamani...-50272-haberi.html sitesinden alınmıştır..
http://mail.google.com/mail/?hl=tr&ui=1
Etimesgut'ta sadece bizim başımıza gelmemiş.
Ülkenin Başbakanı eşide biryerlere sokulmamış..
Sanki ülkem işgalde...
..................................
Başbakan Tayyip Erdroğan’ın önceki gün gazetcilerle yaptığı sohbet toplantısında gündeme getirdiği, eşinin ünlü sanatçı Nejat Uygur’u ziyaret için GATA’ya gidemediği açıklamasının yankıları sürüyor. Necla Uygur tiyatrocu eşi Nejat Uygur’u GATA’da ziyaret etmek isteyen ancak bu talebi hastane yetkilileri tarafından geri çevrilen Emine Erdoğan’ın üzüntüsünü VATAN’a anlattı:
“Türbanlı alamayız”
“Nejat’ın abisi, dayısı, kuzenleri hepsi asker. Bu yüzden Nejat GATA’da tedavi görüyordu. Emine Hanım’da Nejat’ı 3 yıl önce kışın hastanede ziyaret etmek istedi. Bununla ilgili talebini de bana doğrudan telefonla iletti. ’Hastaneye Nejat Bey’i ziyarete geleceğiz, bir mahsuru var mı?’diye sorunca ’Şeref duyarım, buyrun beklerim’dedim. Emine Hanım’ın hastaneye geleceğini bilsinler diye protokole bildirdim. Ancak oradaki doktorlardan olumsuz bir yanıt aldım. Doktorların kim olduğunu hatırlamıyorum, o kadar üzüldüm ki. Bana ’Emine Hanım türbanlı bu yüzden kendisini içeriye alamayız, gelmesi sakıncalı olabilir.
Bu randevuyu da sizden aldı, kendisine bu durumu siz söylemelisiniz’dediler. Bu cevap üzerine iki arada bir derede kaldım ne yapacağımı bilemedim. GATA’ya kapıya kadar gelir burada sert bir müdahale ile karşılaşır daha kötü bir olay yaşar diye Emine Hanım’ın sekreterine telefon açtım. Durumu anlattım üzüntümü dile getirdim.
Emine Hanım bana telefonla döndü ve ’Çok üzüldüm, sizinle dışarıda biraraya gelebilir miyiz?’dedi. Araba gönderdi beni aldırttı, Ankara Kalesi’nde buluştuk.
Kahve içip yarım saat konuştuk. Emine Hanım yaşadığı bu olaydan dolayı çok duygulanmıştı. Onun duygulu hali beni de çok duygulandırdı. Sonuçta karşımdaki insan evladım gibi. Kendi çocuğumun üzülmesine incinmesine ne kadar üzülürsem Emine Hanım’ın da üzülmesine o kadar üzülüyorum. Benim hiçbir suçum kabahatim yoktu. Bunu Emine Hanım da biliyordu ’Sizin hiçbir suçunuz ama bu çok yanlış bir şey. Türbanlı bir insan hasta ziyaretine de mi gidemeyecek’ diye serzenişte bulundu. Karşılıklı birbirimizin elini tuttuk, gözlerimizin içine baktık.
Gözlerimiz doldu
İkimizin de gözleri doldu, içlendik. Sonuçta o Başbakanımız’ın eşi ve bir hanımefendi. Bir sanatçıyı hastanede ziyaret etmek istiyor ama refüze ediliyor. Bu hiç hoş değildi. Başbakanımız hastalansa ve hastaneye kaldırılsaydı ne olacaktı, Emine Hanım’ı türbanlı diye içeriye almayacaklar mıydı? Bir insanın türbanlı olduğu için hastaneye alınmamasına çok karşıyım. Aklı başında olan her insan böyle şeye karşı olur. Orada açık, kapalı türbanlı, türbansız gibi şeyler söz konusu olamaz. Ama Askeriye’de bazı prosedürler var. Onlar da orduevleri, yüksek makamlardaki insanların vereceği kararlarla değişir. Ama bu tarz kuralların özellikle hastanelerde olmaması gerektiğini düşünüyorum.”
Yönetmelik eşarba izin veriyor
ORDUEVLERİ, askeri gazinolar ve sosyal tesislerden nasıl faydalanılacağı, Milli Savunma Bakanlığı’nca yayımlanan bir yönetmelikle düzenleniyor. Yönetmeliğin, 11. maddesinde, “Tesislere giriş, giriş kartları, kıyafet, emniyet, tesislerden istifade, tertip, düzen ve hizmet esasları, Genelkurmay Başkanlığı’nca verilen emir ve talimatlara göre yürütülür” deniliyor. Genelkurmay Başkanlığı’nın bu yönetmelik uyarınca yayımladığı emre göre, “Sakallı, cübbeli, sarıklı, takkeli, türbanlı ve benzeri çağdaş olmayan kılık kıyafette olanlar, günlük sakal tıraşı olmamış, ütüsüz ve kirli elbiselerle gelenler” tesislere giremiyor. “Yaşının ilerlemesi nedeniyle sade bir sakal bırakanlar” ile “yaşlı bayanlardan yüzü açık olacak şekilde eşarp takanlar” ın tesislere girişine izin veriliyor.
Bugün( 7 Şaubat 2009) , El Cezire'de haber izlerken israil vahşetine maruz kalmış bir koyun gördüm
İnsana karşı işlenen vahşete insan oğlu kanıksandımı ne?
O kadar etkili değil.
ma koyun beni beynimden vuurdu.
Çünkü mazlumiyetin simgesi koyun da israil zulmünden nasibini almış.Yüzü parçalanmış..Ama israilin vahşetini sergilercesine yaşıyordu.
Vahşileri bile insafa getiren o siyoit vahşete, insaf sahibi Yahudilerde isyan ediyor..
Artık "Yeter" demenin zamanı...
Gilad Atzmon Timeturk için yazdı. Atzmon, "Onlarca yıldır kurumsallaşmış politik Yahudi lobilerinin terörüne maruz kalıyoruz" dedi.
Perşembe, 05 Şubat 2009 08:04(http://timeturk.com/artik-yeter-demenin-zamani...-50272-haberi.html)
Gilad Atzmon*Davos’ta insani bir dava için Başbakan Erdoğan’ın dik duruşunu görmek oldukça cesaret verici idi. Ama tümden şaşırdığım söylenemez. Bir kez daha ispatlanmış oldu ki insanlık ve etik mevzu bahis olduğunda İslam ve Müslüman dünyasının liderleri ön saflarda yer alıyor ve sadece Chavez ve Morales gibi birkaç temiz popular lider de bu saflarda bulunuyor.Günün sonunda ağzını açan Başbakan Erdoğan oldu ve uzun bir süre önce bu mevzuyu kavramaları gereken oradaki dünya liderlerine konuştu. Batılı liderler İsrail’in savaş suçlarına ses çıkarmazken, gerçeği söylemek için dimdik duran Başbakan Erdoğan’dı, Peres’e ellerinin çocuk kanına bulanmış olduğunu söyleyen o idi. “Sesini yükseltiyorsun Sayın Peres, bu suçluluk psikolojisindendir” dedi. Başbakan Erdoğan’dan farklı olarak ben şahsen Peres’te vicdan düşünemiyorum. Yaşlı adam hayatının en güzel yetişkinlik yıllarını ırkçı bir devletin politikalarına yön vermekle geçirmiş. Adı özünde çok sayıda katliamla bağlantılı. Bu yetmezmiş gibi İsrail’in meşhur kitle imha silahları projelerinin arkasındaki güç de o. Peres’de zerre insanlık varsa, gerçekten de çok iyi bir şekilde gizlenmiş olsa gerek.Yıllardır Filistin halkının en büyük devlet terörüne maruz kaldığı aşikar. Ve şu ana kadar, insanlık karşısında defalarca işlenen savaş suçlarına rağmen, etnik temizlik, katliam, toprak yağmalama ve hatta tamanen ırkçı kanunlarına rağmen, batı dünyası her zaman sessiz kalmıştır. Her zaman sessiz….Açıkça, Yahudi devletine Amerikan ve batı desteğini durdurmak için hiçbir şey yapılmadı. Amerika’dan İsrail’e düzenli silah akışını durdurmak için hiç birşey yapılmadı. Batı başkentlerinde Yahudi siyasi lobilerinin muazzam etkisini azaltmak için hiç birşey yapılmadı. Zaman zaman Yahudi yıldızıyla süslenmiş Amerikan yapımı F-16 ların masum siviller üzerine bombalar yağdırdığını seyretmekteyiz.Şu ana kadar hiçbir batılı lider bunlar karşısında “Yeter artık, bu kadarı fazla” diyebilecek temel ahlaki bir bütünlüğü sergileyemedi.Çok iyi biliyorum. Filistin halkına destek vermek kolay değildir. Davalarına destek verdiğimiz kadar, geri dönme haklarına ve özgürlük mücadelelerine, Filistinlilerle dayanışma yönündeki empatimize rağmen, defalarca İsrail ve Yahudilerce iyi finance edilmiş ve adanmış baskıcı grupları tarafından defalarca yıkama uğradılar.Onlarca yıldır kurumsallaşmış politik Yahudi lobilerinin terörüne maruz kalıyoruz. Politikacılar belirli bir temele göre tehdit ediliyor ve bu daha da artıyor. Tuhaf gelebilir ama dayanışma hareketiyle alakalı önde gelen entelektüel, şair, sanatçı veya akademisyenlerin sesini çok zor duyuyoruz. Filistin davasında destek vermeyenler sanatçılar ya da akademisyenler değil. Tam tersine bu gezegendeki etik değere sahip her canlı Filistinlilere destek veriyor, ancak, Filistinlilere destek verdiğini ifade eden herkes acımasız Siyonist güçlerin hücumuna uğruyor.Yıllardır Yahudi lobisi, İsrail aleyhine yapılan ter türlü eleştiriyi anti-Semitik söylem olarak gösterip, susturmada ve hedef göstermede oldukça etkili oldu.Ancak eğilim hızla değişiyor. İsrail’in en son Gazze’deki büyük vahşetinin bunda çok büyük etkisi var. Bu şüphe götürmez bir durum: insanlık adına ne kalmışsa bunu kurtarmak ve İsrail vahşetinden Filistin’i kurtarmak için. Her humanist İsrail’in durdurulması gerektiğinde hemfikirdir. Ordusu ve politik liderleri yargı huzuruna çıkarılmalıdır. Askeri yıkım kapasitesi sıfıra indirilmelidir. Maalesef batılı liderlerle bu iş olmuyor. Tüm bu mevzularda başarısızlığa uğradılar. Ama sadece Başbakan Erdoğan kanayan kalplerimize bir umut ışığı serpti.Hepimizin İsrail’in sergilediği vahşetten konunmamız artık bir seçenek değil. Acil bir zorunluluk. Filistinlilerin hayatlarını koruyacağı gibi genç çocuklarımızı da Kitabı Mukaddes kıyımından koruyacak, İsrail’in gücünü azaltmak ayrıca İsraillileri kendi kendilerinden ve ispatlanmış öldürme eğilimlerinden de korumak için gerekli bir harekettir. Ayrıca Yahudi halkının ciddi bir felaketin eşiğine gelmesini engellemek de ancak İsrail’in durdurulmasıyladır. Bu çoğu zaman bizim hem fikir olmadığımız bir şeydir. Bazı anketlere göre http://news.hosuronline.com/NewsD.asp?DAT_ID=722 İsraillilerin %94’ü Gazza’ye saldırılara destek verdi.. %92’si Filistinlilere yapılan hava saldırılarına destek verdi. Anlayacağımız üzere İsrail’i bu ölümcül tutkudan vazgeçirecek bir güç yok. İsrailliler kendilerini kendilerinden koruyamıyor.Dünya barışı için, onların tüm bunlarla yüzleşmeleri için ve temel insancıl anlayış ve etik şuura vardırabilmek için elimizden geleni yapmalıyız.Erdoğan’a sözlerinden dolayı derinden minnet duyuyorum ve dünyadaki milyonlarca insanının onun Davos’taki hareketlerini onaylaması gibi onun o ahlaki duruşundan dolayı da minnettarım.*Caz müzisyeni, besteci, yapımcı ve yazardır.Gilad Atzmon'un Timeturk için kaleme aldığı bu yazı M. Hasan Uncular tarafından tercüme edilmiştir.Makalenin İngilizcesi için tıklayın:It is time to say enough
var tmp;
tmp = document.getElementById("news_content").getElementsByTagName("a");
for(i=0; i
//////////////////
NOT:
http://timeturk.com/artik-yeter-demenin-zamani...-50272-haberi.html sitesinden alınmıştır..
http://mail.google.com/mail/?hl=tr&ui=1
Etimesgut'ta sadece bizim başımıza gelmemiş.
Ülkenin Başbakanı eşide biryerlere sokulmamış..
Sanki ülkem işgalde...
..................................
Önceki Haber 01.02.2010 Pazartesi Sonraki Haber»
Emine Erdoğan'ı ağlatan olay
Emine Hanım GATA’ya giremeyince gözleri doldu
Özlem ÜLKÜ / MAGAZİN SERVİSİ
Necla Uygur eşi Nejat Uygur’u Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde ziyaret etmek isteyen ancak GATA doktorları tarafından refüze edilen Emine Erdoğan’la Ankara Kalesi’nde buluştuklarını ve o gün yaşananları VATAN’a anlattı
Başbakan Tayyip Erdroğan’ın önceki gün gazetcilerle yaptığı sohbet toplantısında gündeme getirdiği, eşinin ünlü sanatçı Nejat Uygur’u ziyaret için GATA’ya gidemediği açıklamasının yankıları sürüyor. Necla Uygur tiyatrocu eşi Nejat Uygur’u GATA’da ziyaret etmek isteyen ancak bu talebi hastane yetkilileri tarafından geri çevrilen Emine Erdoğan’ın üzüntüsünü VATAN’a anlattı:
“Türbanlı alamayız”
“Nejat’ın abisi, dayısı, kuzenleri hepsi asker. Bu yüzden Nejat GATA’da tedavi görüyordu. Emine Hanım’da Nejat’ı 3 yıl önce kışın hastanede ziyaret etmek istedi. Bununla ilgili talebini de bana doğrudan telefonla iletti. ’Hastaneye Nejat Bey’i ziyarete geleceğiz, bir mahsuru var mı?’diye sorunca ’Şeref duyarım, buyrun beklerim’dedim. Emine Hanım’ın hastaneye geleceğini bilsinler diye protokole bildirdim. Ancak oradaki doktorlardan olumsuz bir yanıt aldım. Doktorların kim olduğunu hatırlamıyorum, o kadar üzüldüm ki. Bana ’Emine Hanım türbanlı bu yüzden kendisini içeriye alamayız, gelmesi sakıncalı olabilir.
Bu randevuyu da sizden aldı, kendisine bu durumu siz söylemelisiniz’dediler. Bu cevap üzerine iki arada bir derede kaldım ne yapacağımı bilemedim. GATA’ya kapıya kadar gelir burada sert bir müdahale ile karşılaşır daha kötü bir olay yaşar diye Emine Hanım’ın sekreterine telefon açtım. Durumu anlattım üzüntümü dile getirdim.
Emine Hanım bana telefonla döndü ve ’Çok üzüldüm, sizinle dışarıda biraraya gelebilir miyiz?’dedi. Araba gönderdi beni aldırttı, Ankara Kalesi’nde buluştuk.
Kahve içip yarım saat konuştuk. Emine Hanım yaşadığı bu olaydan dolayı çok duygulanmıştı. Onun duygulu hali beni de çok duygulandırdı. Sonuçta karşımdaki insan evladım gibi. Kendi çocuğumun üzülmesine incinmesine ne kadar üzülürsem Emine Hanım’ın da üzülmesine o kadar üzülüyorum. Benim hiçbir suçum kabahatim yoktu. Bunu Emine Hanım da biliyordu ’Sizin hiçbir suçunuz ama bu çok yanlış bir şey. Türbanlı bir insan hasta ziyaretine de mi gidemeyecek’ diye serzenişte bulundu. Karşılıklı birbirimizin elini tuttuk, gözlerimizin içine baktık.
Gözlerimiz doldu
İkimizin de gözleri doldu, içlendik. Sonuçta o Başbakanımız’ın eşi ve bir hanımefendi. Bir sanatçıyı hastanede ziyaret etmek istiyor ama refüze ediliyor. Bu hiç hoş değildi. Başbakanımız hastalansa ve hastaneye kaldırılsaydı ne olacaktı, Emine Hanım’ı türbanlı diye içeriye almayacaklar mıydı? Bir insanın türbanlı olduğu için hastaneye alınmamasına çok karşıyım. Aklı başında olan her insan böyle şeye karşı olur. Orada açık, kapalı türbanlı, türbansız gibi şeyler söz konusu olamaz. Ama Askeriye’de bazı prosedürler var. Onlar da orduevleri, yüksek makamlardaki insanların vereceği kararlarla değişir. Ama bu tarz kuralların özellikle hastanelerde olmaması gerektiğini düşünüyorum.”
Yönetmelik eşarba izin veriyor
ORDUEVLERİ, askeri gazinolar ve sosyal tesislerden nasıl faydalanılacağı, Milli Savunma Bakanlığı’nca yayımlanan bir yönetmelikle düzenleniyor. Yönetmeliğin, 11. maddesinde, “Tesislere giriş, giriş kartları, kıyafet, emniyet, tesislerden istifade, tertip, düzen ve hizmet esasları, Genelkurmay Başkanlığı’nca verilen emir ve talimatlara göre yürütülür” deniliyor. Genelkurmay Başkanlığı’nın bu yönetmelik uyarınca yayımladığı emre göre, “Sakallı, cübbeli, sarıklı, takkeli, türbanlı ve benzeri çağdaş olmayan kılık kıyafette olanlar, günlük sakal tıraşı olmamış, ütüsüz ve kirli elbiselerle gelenler” tesislere giremiyor. “Yaşının ilerlemesi nedeniyle sade bir sakal bırakanlar” ile “yaşlı bayanlardan yüzü açık olacak şekilde eşarp takanlar” ın tesislere girişine izin veriliyor.
Çorum - Alaca, Küçük Hırka Köyü doğumlu
Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler bölümünü bitirdi
1976 yılında teknisyen Asssubay olarak Türk Silahlı Kuvvetlerine katıldı.
- Esnaflık yaptı.
- 1996 da Milli Kütüphane’de Mikrofilm Uzmanı olarak çalıştı.
-1997-1999 arasında Akit Ankara Temsilciliğinde muhabirlik, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği ve temsilci yardımcılığı yaptı..
-Serbest Gazetecilik ve 1999- 2006 arasında sürekli olarak Anayurt (Eski ismi Vakit) gazetesinde Başyazarlık ve Köşe yazarlığı yaptı.
-Basın Müşavirliği
e-Milletvekili Danışmanlığı
-İç Anadolu Birliği Genel Sekreterliği’ni yaptı.
Çorum - Alaca, Küçük Hırka Köyü doğumlu
Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler bölümünü bitirdi
1976 yılında teknisyen Asssubay olarak Türk Silahlı Kuvvetlerine katıldı.
- Esnaflık yaptı.
- 1996 da Milli Kütüphane’de Mikrofilm Uzmanı olarak çalıştı.
-1997-1999 arasında Akit Ankara Temsilciliğinde muhabirlik, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği ve temsilci yardımcılığı yaptı..
-Serbest Gazetecilik ve 1999- 2006 arasında sürekli olarak Anayurt (Eski ismi Vakit) gazetesinde Başyazarlık ve Köşe yazarlığı yaptı.
-Basın Müşavirliği
e-Milletvekili Danışmanlığı
-İç Anadolu Birliği Genel Sekreterliği’ni yaptı.
Çorum - Alaca, Küçük Hırka Köyü doğumlu
Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler bölümünü bitirdi
1976 yılında teknisyen Asssubay olarak Türk Silahlı Kuvvetlerine katıldı.
- Esnaflık yaptı.
- 1996 da Milli Kütüphane’de Mikrofilm Uzmanı olarak çalıştı.
-1997-1999 arasında Akit Ankara Temsilciliğinde muhabirlik, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği ve temsilci yardımcılığı yaptı..
-Serbest Gazetecilik ve 1999- 2006 arasında sürekli olarak Anayurt (Eski ismi Vakit) gazetesinde Başyazarlık ve Köşe yazarlığı yaptı.
-Basın Müşavirliği
e-Milletvekili Danışmanlığı
-İç Anadolu Birliği Genel Sekreterliği’ni yaptı.
24 Ocak 2009 Cumartesi
GAZZE'ye SELAM
GAZZE'YE SELAM
Çanakkale’de direndik
Basra’da vurgun yedik
Filistin’de dağıldık..
O gün bu gün;
İstanbul,
Şam,
Bağdat,
Balkanlar,
Kafkasya esir..
İngiliz sicimi ile Vatanda bölünen – bağımsılaştırılan- yerler, tayin edilmiş kuklalara emanet..
Ve dağıldığımız yerde direniyoruz..
Göğsümüze saplanan İsrail, isimli hançer çıkana kadar..
O nedenledir ki;
GAZZE; SAKARYA
HAMAS; KUVVA-I MİLLİYE..
CENİN'NİN ŞANLI ŞEHİTLERİNE
Getir getir getir öpem incitmeden o pak alnı
Getir getir getir zulme her an kustuğun ahı
Öpem öpem öpem şehitlerin ayağını yüzünü
Anladı anladı anladı cihan şehitlerin son sözünü
Akıtam akıtam akıtam ben kendi kanımı
İlahi al al al o mübarek belde için canımı
Bini beni beni ta ciğerden mazlum çığlığı vurdu
Dünya dünya dünya senin için kıyama durdu
Kolay kolay kolay değil Firavunlara senin savaşın
Durdurur durdurur durduruyor tankları attığın taşın
Boğacak boğacak boğacak çetiğn açı akıttığın göz yaşı
Ok ok ok olup ciğerinden vuruyor Filistinli?nin dik başı
Seni seni seni kahpe tuzaklar kör kurşunlar vurdu
Kurtarır kurtarır kurtarır ancak masum kanın yurdu
Yakın yakın yatkındır can verdiğin vatanın kurtuluşu
Utandırır utandırır utandırır mazlumun vakur duruşu
Tükürün tükürün tükürün adına yapılan adi pazarlıklara
Kanmayın kanmayın kanmayın kurulan kirli tuzaklara
Yurdun ve özgürlüklerin bedeli kanındır kanın kanın
Beklediği son umutları insanların insanların insanların
Unutulsun, unutulsun unutulsun mu Mirac-ı nebi
Yok mu yok mu yok mu biri deryalar aşan Musa gibi
Gelmez gelmez gelmez mi?... Adaletle kucaklayan Ömer
Sarmaz sarmaz sarmaz mı, yaralar; Selahattin gibi bir er ?..
İlahi ilahi ey ilahi ulaşmaz mı arşa mazlumun ahı
Sen sen sen imdat edersen dayanmaz dünya şahı
Toprak toprak toprak sevenleri olmazsa olur mu vatan
Silinmez silinmez silinmez nakşındır yoluna can verip yatan
Bedelidir bedelidir bedelidir şehitler hürriyetin
"Şehiden, şehiden şehiden" haykırışıdır işareti istiklalin
Yakın yakın yakındır beklenen muştusu kurtuluşun
Zalim zalim zalim; boynunda utanç yaftası, son çırpınışın
Necati Çavdar/Nisan 2002-Ankara
http://siir.roots.gen.tr/SiirGoster.html?siir=87712
http://www.siirevreni.com/modules.php?name=News&file=article&sid=9928
http://www.siirantolojisi.gen.tr/cenin-nin-sanli-sehitlerine~7731.html http://www.vahdet.com.tr/filistin/dokuman/dosya1/0083.
html http://www.siirdemeti.com/siir_a.asp?siirno=33754
http://www.benimblog.com/Blackshu/friends/page2/ http://siirler.chatlama.net/Siir/7731/Ceninnin_Sanli_Sehitlerine.html
VE YARADILANA ÇARPAN BİR YÜREKTEN "GAZZE"
John Berger Gazze'yi anlatıyor:
Ağlayan Bir Yer
Dünyanın en büyük hapishanesi Gazze, bir mezbahaya dönüşüyor. Şerit kelimesi (Gazze Şeridi’ndeki), 65 yıl önceki getto kelimesi gibi, kanla ıslanıyor.
BİA Haber Merkezi - İstanbul
17 Ocak 2009, Cumartesi
John BERGER
Yakın bir geçmişe kadar geleceğin Filistin devleti olacağı düşünülen, ancak şu anda dünyanın en büyük hapishanesi (Gazze) ve dünyanın en büyük bekleme salonu (Batı Şeria) olan yerden döndükten birkaç gün sonra bir rüya gördüm.
Kum taşlarından oluşan bir çölün ortasında belime kadar çıplak bir halde yalnız başıma duruyorum. Bir başkasının eli yerden bir avuç toz-toprak alıyor ve göğsüme fırlatıyor. Bu, saldırgan değil, düşünceli bir davranış. Toprak, göğsüme ulaşmadan değişiyor ve yırtık kumaşlara, muhtemelen de keten kumaşına dönüşüyor. Kumaş gövdemi sarıyor. Sonra, bu yırtık pırtık çaput parçaları kelimelere, cümlelere dönüşüyor. Benim tarafımdan değil, bu yer tarafından yazılmış kelimelere, cümlelere…
Bu rüyayı hatırladığımda, aklıma yerle bir ifadesi geldi. Tekrar tekrar. Bu kelime, toprak dışında herşeyin, ama herşeyin silinip süpürüldüğü, çalındığı, darmadağın edildiği, dümdüz edildiği bir yeri veya yerleri tarif ediyor.
*
Ramallah’ın batı tarafında Al Rabweh adında küçük bir tepe var. Tokyo sokağının hemen sonunda. Şair Mahmut Derviş bu tepeye gömülmüş. Ama burada bir mezarlık yok.
Sokağın adı Tokyo, çünkü şehrin Kültür Merkezi bu sokağın üzerinde ve tepenin tam ayağında. Bu Kültür Merkezi Japonya’nın sağladığı fonla inşa edilmiş.
Derviş, şiirlerinin bazılarını son kez bu Merkezde okudu - ne var ki kimse bunun son kez olduğunu o zaman bilmiyordu. Issızlık anlarında son kelimesi ne anlama geliyor?
Mezarı ziyaret ettik. Bir mezar taşı var. Kazılmış olan toprak hala çıplak. Derviş’in arkasından yas tutanlar oraya küçük buğday demetleri bırakmışlar. Aynen şiirlerinden birinde söylediği gibi. Kırmızı anemonlar, kağıt parçaları ve fotoğraflar da var.
Doğduğu ve bugün annesinin hala yaşadığı yer olan Celile’de gömülmek istemişti Derviş. Ancak İsrailliler buna engel oldular.
Cenaze için onbinlerce kişi Al Rabweh’te toplandı. Derviş’in 96 yaşındaki annesi kalabalığa seslendi: “O hepinizin oğlu.”
Henüz ölmüş veya öldürülmüş olan sevdiklerimizle ilgili konuşurken tam olarak hangi zamanda konuşuruz?
Kelimelerimiz, normalde olduğundan çok daha yakın, çok daha ‘şu an’ gibi gelen bir zamanda çınlıyormuş gibi gelir. Aynı sevişirken, yakın bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığımızda, geri dönülmez bir karar verirken, veya tango yaparken hissettiğimiz gibi… Yaslı kelimelerimiz ölümsüzlükte çınlamaz ama, belki de ölümsüzlük alanının küçük bir galerisindedirler.
*
Şu anda terkedilmiş olan bu tepede, Derviş’in sesini hatırlamaya çalıştım. Bir arı yetiştiricisinin sakin sesine sahipti:
“Bir kutu taşyaşayanların ve ölülerin,kovandaki bir petekte tutsak kalmış arılar gibikuru kilde hareket ettiği…Kuşatma her sıkılaştığında çiçek açlığı grevine girerlerVe denizden acil çıkışı göstermesini isterler.”
Sesini aklımda canlandırırken, toprağa, yeşil otlara oturma ihtiyacı hissettim. Oturdum.
Al Rabweh, Arapça’da “üzerinde yeşil otlar olan tepe” anlamına geliyor. Kelimeleri geldikleri yere geri döndü. Ve başka hiçbir şey kalmadı. 5 milyon kişinin paylaştığı bir hiçbir şey.
500 metre ilerideki diğer tepe bir çöplük. Kargalar daireler çizerek üzerinde uçuşuyor. Birkaç çocuk çöpleri karıştırıyor.
Bu yeni kazılmış mezarın yanında otların üzerine oturduğumda beklenmedik birşey oldu. Olan şeyi tarif edebilmek için başka bir olayı anlatmam gerekiyor.
Birkaç gün önceydi. Oğlum Yves araba kullanıyordu. Fransız Alpleri’ndeki Cluses kasabasına doğru yol alıyorduk. Kar yağmıştı. Dağ etekleri, ovalar ve ağaçlar beyazdı. İlk karın beyazlığı genelde kuşları şaşırtarak, mesafe ve yön duygularını bozar.
Birden, arabanın ön canıma bir kuş çarptı. Dikiz aynasından bakan Yves, kuşun yol kenarına düştüğünü gördü. Frene bastı ve geri vitesi taktı. Küçük bir kuştu, bir narbülbülü. Sersemlemişti ama hala yaşıyor ve gözlerini kırpıştırıyordu. Onu karların içinden aldım, elimde sıcacıktı, sımsıcak. Kuşların bize göre çok daha yüksek bir vücut ısısı var. Yolumuza devam ettik.
Zaman zaman onu kontrol ettim. Yarım saat içerisinde ölmüştü. Onu alıp arabanın arka kolduğuna koydum. Beni şaşırtan ağırlığı olmuştu. Onu karların içinden aldığımdan daha hafifti. Emin olmak için onu bir elimden diğer elime geçirdim. Sanki hayattayken sahip olduğu enerji, yaşam savaşı, ağırlığına ağırlık katmıştı. Şimdi ise sanki hiç ağırlığı yoktu.
Al Rabweh tepesindeki otlarda otururken buna benzer birşey oldu. Mahmut’un ölümü onun ağırlığını ortadan kaldırmıştı. Geriye sadece kelimeleri kalmıştı.
*
Aradan, felaket öncesi sessizliğe gömülmüş aylar geçti. Şimdi ise, felaketlerin hepsi bir deltaya akıyor. Bu deltanın adı yok. Adını, sonradan, çok sonradan gelecek olan coğrafyacılar koyacak. Bugün bu isimsiz deltanın acı sularında yürümek dışında yapacak hiçbirşey yok.
*
Dünyanın en büyük hapishanesi Gazze, bir mezbahaya dönüşüyor. Şerit kelimesi (Gazze Şeridi’ndeki), 65 yıl önceki getto kelimesi gibi, kanla ıslanıyor.
Bombalar, mermiler, fosfor ve GBU39 radyoaktif silahları, makineli tüfek ateşleri, Israil Savunma Gücleri tarafından gece gündüz havadan, denizden ve karadan 1.5 milyonluk sivil nüfusun üzerine yağdırılıyor. Ölü ve yaralı sayısı, İsrail tarafından Şerit’e girmeleri yasaklanan yabancı medyanın yaptığı her haberde biraz daha artıyor. Ancak kritik rakam şu ki; her İsrailli ölüye karşılık, 100 Filistinli ölüyor. Bir İsrailli’nin hayatı 100 Filistinli’nin hayatına bedel. Bu varsayımın yansımaları, bunu kabul edilebilir ve normal gibi sunmaya çalışan İsrail sözcüsü tarafından sürekli tekrarlanıyor. Katliamı salgın hastalıklar izleyecek; çoğu ikamet yerinde su ve elektrik yok, hastahenlerde doktor, ilaç ve jeneratör sıkıntısı var. Katliam abluka ve kuşatmayı izledi.
Dünyanın her yerinden protesto sesleri yükseliyor. Ancak dünya basınları, ve gururla sahip oldukları nükleer bombalarıyla, zenginlerin hükumetleri, İsrail’I, Savunma Güçleri’nin işledikleri suçların görmezden gelineceğine temin ediyor.
*
“Ağlayan bir yer girer rüyamıza,” demişti Kürt şair Bejan Matur. “Ağlayan bir yer girer rüyamıza ve bir daha çıkmaz.”
Yerle bir olmuş topraktan başka hiçbir şey.
*
Dört ay önce Ramallah’ta yeraltındaki terkedilmiş bir park yerindeydim. Burası görsel sanatlarla uğraşan küçük bir grup Filistinli tarafından çalışma alanı olarak kullanılıyor. Bunların arasında Randa Mdah adında bir heykeltraş kadın var. Onun tarafından tasavvur edilerek yapılan “Kukla Tiyatrosu” adlı enstalasyona bakıyorum.
Duvar gibi dik duran, 3 metreye 2 metre boyutlarında bir alçak kabartma var. Önünde, yerde, üç figür duruyor. Tel, polyester, cam elyafı ve kil armatürün üzerine kabartmayla omuzlar, yüzler, eller yapılmış. Yüzeyler renkli – koyu yeşiller, kahverengiler, kırmızılar. Kabartmanın derinliği, Ghiberti’nin yaptığı ve Floransa’daki Vaftizhane’nin bronz kapılarından birininki ile aynı. Ve nesnelerin uzakta olduğunu belirtmek için ufaltarak gösterme tekniği ve çarpıtılmış perspektifler neredeyse aynı ustalıkla ele alınmış. [Heykeltraşın bu kadar genç olduğunu asla tahmin edemezdim. Henüz 29 yaşında.] Alçak kabartmanın duvarı, sahneden bakıldığında tiyatrodaki seyircilerin andırdığı “çit”e benziyor.
Öndeki sahnenin zemininde gerçek insan boyutlarındaki figürler duruyor, iki kadın ve bir adam. Aynı malzemeden yapılmışlar ama kullanılan renkler daha soluk.
Bir tanesi seyircinin dokunabileceği mesafede, bir tanesi iki metre geride ve üçüncüsü iki katı uzaklıkta. Günlük kıyafetler giyiyorlar, bu sabah giymeyi seçtikleri kıyafetleri.
Gövdeleri tavandan sarkan üç yatay tahta parçasına iliştirilmiş kordonlara bağlı. Bu insanlar kukla; olmayan veya görünmeyen kukla oynatıcıları da onları kontrol etmek için bu tahta parçalarını kullanıyor.
Alçak kabartmadaki bir yığın figür gözlerinin önündekine bakıyorlar ve ellerini ovuşturuyorlar. Elleri kümes hayvanı sürüsü gibi. Hiçbir güçleri yok. Ellerini ovuşturuyorlar çünkü müdahale edemiyorlar. Onlar alçak kabartma, üç-boyutlu değiller ve bu nedenle gerçek dünyaya girip müdahale edemiyorlar. Onlar sessizliği temsil ediyor.
Görünmeyen kukla oynatıcısının kordonlarına bağlı üç gerçek ve titreyen figür hızla kafa üstü yere fırlatılıyor. Ayakları havada. Tekrar tekrar fırlatılıyorlar, ta ki başları yarılana kadar. Elleri, gövdeleri, yüzleri ıstırap içinde kasılıyor. Bitip tükenmeyen bir ıstırap. Ayaklarında bunu görebiliyorsunuz. Tekrar tekrar.
Alçak kabartmanın hiçbir gücü olmayan izleyicileri ve yerdeki iri ve biçimsiz kurbanları arasında yürüyebilirdim. Ama yürümedim. Bu çalışmada, başka hiçbir yerde görmediğim bir güç var. Üzerinde durduğu zemine hakim olmuş durumda. Dona kalmış izleyiciler ve can çekişen kurbanların arasındaki öldürme alanını kutsal kılmış. Bir park yerini yerle bir edilmiş bir alana çevirmiş.
Bu çalışma Gazze Şeridi’nde olacakların kehanetiydi.
*
Filistin Otoritesi’nin kararıyla Mahmut Derviş’in Al Rabweh tepesindeki mezarı tellerle çevrelendi ve üzerine camdan bir piramit inşa edildi. Artık yanına çömelmek mümkün değil. Ancak kelimeleri kulaklarımıza geliyor, bu kelimeleri tekrar edebiliyoruz.
Volkanların coğrafyasında yapacak işlerim var
Issızlıktan yıkımaLott’un zamanından Hiroşima’ya
Henüz daha tanımadığım bir tutkuyla
Sanki henüz hiç yaşamamışım gibi…
Belki Şimdi uzaklara gitmiştir
Ve Dün, yakınlaşmıştır
Tarihin kıyılarında dolaşmak için
Şimdi’nin elini tutuyorum
ve dağ keçilerinin kaosuna sahip döngüsel zamandan kaçıyorum
Elektronik zamanın hızıyla
Yarınım nasıl kurtarılabilir?
veya çöl karavanımın yavaşlığıyla?
Sonum gelene kadar işim var
sanki yarını hiç görmeyecekmişim gibi
ve burada olmayan bugün için yapacak işlerim var
Bu nedenledinliyorum yavaşça
Kalbimin karınca vuruşlarını....(JB/EA/EÜ)
* İki alıntı da Derviş’in Jidariyya (Mural) adlı şiirinden yapılmıştır.
* John Berger'in Irish Times'da yayınlanan yazısını Esra Aygın Türkçeleştirdi.
Kaynaklar:
http://www.karakutu.com/modules.php?name=News&file=article&sid=5741
http://bianet.org/bianet/kategori/biamag/111979/john-berger-gazzeyi-anlatiyor-aglayan-bir-yer
http://www.yuksekovahaber.com/news_detail.php?id=11236
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=917437
http://mitoloji.info/gundemdekiler/john-berger-aglayan-bir-yer.nedir
http://www.cadi.com.tr/index.php?id=kadinca_haberler_detay&h_id=441
http://www.sonsuz.us/?q=node/1593
http://www.ercis.net/
ve birçok internet siteleri
Çorum - Alaca, Küçük Hırka Köyü doğumlu
Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler bölümünü bitirdi
1976 yılında teknisyen Asssubay olarak Türk Silahlı Kuvvetlerine katıldı.
- Esnaflık yaptı.
- 1996 da Milli Kütüphane’de Mikrofilm Uzmanı olarak çalıştı.
-1997-1999 arasında Akit Ankara Temsilciliğinde muhabirlik, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği ve temsilci yardımcılığı yaptı..
-Serbest Gazetecilik ve 1999- 2006 arasında sürekli olarak Anayurt (Eski ismi Vakit) gazetesinde Başyazarlık ve Köşe yazarlığı yaptı.
-Basın Müşavirliği
e-Milletvekili Danışmanlığı
-İç Anadolu Birliği Genel Sekreterliği’ni yaptı.
17 Ocak 2009 Cumartesi
ŞAİRİN YERİ-eRMİRYAMAN- aNKARA DAN GÖRÜNÜMLER KASIM 2008
Çorum - Alaca, Küçük Hırka Köyü doğumlu
Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler bölümünü bitirdi
1976 yılında teknisyen Asssubay olarak Türk Silahlı Kuvvetlerine katıldı.
- Esnaflık yaptı.
- 1996 da Milli Kütüphane’de Mikrofilm Uzmanı olarak çalıştı.
-1997-1999 arasında Akit Ankara Temsilciliğinde muhabirlik, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı muhabirliği ve temsilci yardımcılığı yaptı..
-Serbest Gazetecilik ve 1999- 2006 arasında sürekli olarak Anayurt (Eski ismi Vakit) gazetesinde Başyazarlık ve Köşe yazarlığı yaptı.
-Basın Müşavirliği
e-Milletvekili Danışmanlığı
-İç Anadolu Birliği Genel Sekreterliği’ni yaptı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
memleket; Kar gibi bem beyaz kefen giymiş - Deprem 2
Ülkeme kar yağdı sevindik... Beyazlara büründü gelinlik, sandık meğer memleket; Kar gibi bem beyaz kefen giymiş bilemedik.. ... Umulur ki Ak...
-
" KEMAL KELLECİ; sırtında anadolu’ya tefsir taşıyan adam… " http://www.edebistan.com/index.php/emeti-saruhan/kemal...
-
Necati ÇAVDAR, Şair Durmuş Ali EKER ile.. Şair Durmuş Ali Eker, "Kar Beyaz Su Renksiz" isimli k...
-
MUHSİN YAZICIOĞLU #MuhsinYazıcıoğlu “SONSUZLUK YOLCUSU”, PEYGAMBER ÇİÇEĞİ Muhsin YAZICIOĞLU, Bozukta olsa; Kurulu, düzenimiz “Her y...