4 Eylül 2006 Pazartesi

Akif; divanesi, vicdanı, sesi bütün milletin


MEHMET AKİF:

Akif; divanesi, vicdanı, sesi bütün milletin
Ötelere mesaj veren bayrağı nurlu ufukların

....................
Yandı ciğer bir ömür izmihlale ağlayarak
Dalgalanır ümitle Akif olur, ufuklarda bayrak


///////////////////////
27 Aralık 2017
ve
6 Ocak 2018
Tacettin Sultan dergahından 

































































//////////////////////////



Milli şairimizi Rahmetlerle anıyoruz...
Evet anıyoruz da “anlıyor” muyuz?.
Anlamış olsak
İstiklal Marşı'nın ruhuna uygun davranırız..
Zira
….
”Akif; divanesi, vicdani, sesi bütün milletin
Ötelere mesaj veren bayrağı nurlu ufukların “
Akif, üç yüzyıldır içinde kıvrandığımız anaforların
Bu günde yaşadığımız büyük acıların, savrulmaların 100 yıl önce yaşadıklarımızın şahidi ve “ebedi ruhun” ayağa kalkacağı ümidini muştulaya kişi olarak;
.................
Yandi ciger bir ömür izmihlale ağlayarak
Dalgalanir ümitle Akif olur, ufuklarda bayrak “ idi.
Bir çokları Mehmet Akif’i “anma” adına sahnede, tvde, basında yer alma derdinde ..
Dostum Ahmet Fidan’ın ifadesiyle “Nebbaşlar”..
Yani Mehmed Akif’in Kefeninden, çıkar, unvan vs sağlayanlar.
Hatta eserleri üzerinde “Köşe Olanlar” var.
Akif Üstünden kendini yüceltme azmindeki alçaklar;
Taceddin Dergahı’nın dibine
O’nun heykelini diker…
Putlara ebediyen karşı olan birinin heykelini dikmek..
Onun savunduğu değerleri kendi ile vurmaktan başka ne ola ki?
İktidarlarında yapılan bu edepsizliğe ses çıkaramayan sözde devlet ileri gelenleri, millet imkanlarından nemalananlar; Akif’i anma panellerinde kürsülerde ağlama seansları yapıyor.
Acizler gibi ağlayacağına git, heykeli önünde dövün.
“Asımın nesl”i diye taktım etiğiniz, kimi kamu kurum ve belediyelerde sizlere temanna edenler; kamu imkanıyla ve de milletin değerleri vasıta kılınarak ne herzeler yiyor..
Hem de gözünüzün içine baka baka..
O halde ya ortaksınız yada işin istismarındasınız..
Millet, kendi ruhunu yansıtan…
Acılarına deriden ve gönülden ortak olan Mehmed Akif’e büyük sevgi ve saygı duyuyor.
Kimileri bu duyguları istismar ederek adeta Akif üzerinden kendini pazarlıyor.
….
Akif hakkında bazı bilgiler ya örtülüyor..Yada kasten görmezlikten geliniyor..
Akif, büyük dava adamı..
Ama denildiği gişbi aç ve açık yaşamış biride değil
O bir Müderis (profesör) oğlu olarak dünyaya geldi..
O imkânlar içinde iyi bir aile de yaşadı.
O günün şartlarında çok iyi okullarda okutuldu..
Kendini çok iyi yetiştirdi..
Gerek mesleki bilgi gerek dil vs konusunda çok iyi dananım sahibi oldu.
O günün şartlarında hep iyi ücret aldı.
İttihat Terakkiye iltihak etti.
Abdülhamid’e karşı İttihat Terakki’ye katılmanın nimetini de gördü.
Üniversite hocası yaptılar.
Harp yıllarında yönetim, onu el üstünde tutarak Almanyalara gönderdi.
Müttefik Alamanya’dan hüsnü kabul ördü.
Ve “Teşkilat-ı Mahsusa’nın en önemli unsurları arasında bulundu
Arabistan Çöllerinde , İngiliz emellerine karşı nice hizmetler etti..
“Çanakkale” destanını da orada yazdı..
Bir daha bin defa okuyun..
Çanakkeleye adım atmamış bir insanın , Çanakkale’den binlerce kilometre ötede böyle bir eserle ortaya çıkması ne muhteşem bir şey..
Peygamber diyarından Çanakkale’ye uzanıyor..
Çanakkale’de direnen ruhu, Bedrin Aslanlarıyla ifade ediyor.
Merkezi Mekke, yönü, Kıblesi olan
Ruhunu Medine’den besleyen “Bir İmparatorluk “ çocuğu olarak Çanakkele ruhunu haykırır..
…..
Teşkilat-I Mahsusa’nın mühim insanı olarak Anadolu’ya koşar.
Ona devlet imkanları sunulur.gazete çıkaracak matbaa Kastamonu gibi bir yerde bile emrine verilir..
Millet birliği, istikbali için Anadolu’yu dolaşması sağlanır..
Öyle anlatıldığı gibi “gariban “birinin yapacağı işler midir?
Evet..
Davası, sevdası, acısı, sancısı olan bir insanın yapacağı iştir
Yapmıştır da.
Angara’ya gelir..
O’na büyük imkan verilir..
Diğer vekiller otellerde küçük ev köşelerine sığınırken..
Akif’e Taceddin Dergahı gibi o günün Angara’sının mükemmel ve muazzam “köşk” denilecek mekanı sağlanır..
O mekan ki adata “uhrevi sarmal içinde” bir mekan..
İddia ediyorum ki..
Şayet bu gün bile o mekanda sahurlar, seherler karşılayın size neler anlatır.
Neler söyletir.
Akif’e de söyletmiştir.
Söylenen “İstiklal Marşı” olarak vücut bulur.
Meclisin en sesiz vekili..
Millet adına, ses ne ki
Kükrer..
Taceddin Dergahı’nın manevi havasında oluşan ilham, Akif’le ete kemiğe bürünür.
O nedenledir ki bence ortaya konulan ve “yedi düvele” karşı milletin o gün ve ebediyen ruhunu tüm Cihana haykıracak ortak beyannamesi “imzasız” olarak Meclis’in huzuruna getirilir.
Millet adına Meclis kararı olarak aleme ilan edilir.
O nedenledir ki Allahü alem “İstiklal Marşı”nı Akif; eseri olarak kaleme aldığı “ SAFAHAT”ına almaz.
Alamaz.
Millete, büyük davaları omuzlarına yüklenerek kanı pahasına mücadele eden “Ordumuz”a hediye etmiştir.
Millet’in istiklali için kanını , canını feda eden kahramanlara..
……………
Szi bakmayın…
Ankara’nın ayazında Taceddin Dergahı’ndan - Osmanlı 3. Meşrutiyet meclis olarak Angara’da faaliyetine devam eden - BMM’ne paltosuz gidip- geldiği hikayesini anlatanlara..
Oraya da takılmayın..
Zira imkânlar kıt olsa da Milletvekillerine o günün şartlarında aç ve açık olmayacak iyi imkânlar, Devlet- Millet kesesinden sunulmaktadır.
Sonrasında da imkânları iyidir.
Bu onu küçültmez..
Zira aynı imkanları kullanan hatta daha fazlasını alanlar arasında Akif, bir başkadır..
……….
Akif, İstiklal sonrası yaşananlar üzerine;
Mısır Hidivi Abbas Halim Paşa’ın “misafiri “olarak Mısır’a gitti..
Oda da iyi imkanlar buldu.. kaç kişi Mısır Sultanının mazhariyetine mazhar olabilir ki?
Kimileri “orada parasız” kaldı gibilerden ajite etse de ; imkanlar içinde olması onu küçültmez..
Mısır ‘da “tutul”masına sebep ne olursa olsun “vatan cüda” olması az bir zulüm müdür?
…………
Mehmed Akif'i n başyazarlığını yaptığı, tüm şiirlerinin ve de İstiklal Marşı ‘nın ilk olarak 17 Şubat 1921'de yayınlandığı Sırat-ı Müstakim/Sebilürreşad gazetesi 4 Mart 1925'te çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu’yla kapatılarak sahibi Eşref Edip tutuklanır, “vatana ihanet “gerekçesiyle idamla yargılatılır..
İngiliz işgali yıllarında, Zeyrek'de bir evde toplanarak Saidi Nursi’den komitecilik dersleri de alan Eşref Edip, devran dönünce Şark İstiklal Mahkemesinde idamdan ancak şartlı kurtulur.
Cephede dağıtılan, Milli Mücadele günlerinde karargah olarak kullanılan,
Birinci dünya savaşı, Milli Mücadele ve İngiliz işgali altında bile kapatılmayan 17 yıllık gazete bu gün dahi sıkıntılarını çektiğimiz, akla, vicdana , çağa aykırı cüce “ilke”sizliklere kurban edilir.
Nice insanlar yeni duruma, oluşuma köstek olur diye “masumda” olsa idam edilir..
Ya da nice nice Hak’sız-lıklar girdabına mahkûm edilir.
Fakat, zulmü yapanlarda onun ağırlığına, vaziyetine uygun davranıp “idam etmemiş/edememişlerdir”
Zira bu çapta bir “devlet” adamı var mıdır..?
İstediği zaman vazifeye göndereceği ve vazifesini bi hakkın yapacak bir “görevli”
Daha açık söylemek gerekirse “ajan”..
Ama asil davalar için kendini feda eden bir “Ajan”
Keşke bu günde Akif çapında, bilgisinde ve “dava adamı” kıvamında “ajanımız”, ajanlarımız olsa.
Teşkilatın diğer bir azası Said-i Nursi de benzer, sıkıntıları yaşar..
O’da izam edilmez/edilemez.
Acaba eski arkadaşlığın hatırı mıdır?
Ne olursa olsun, ne yaparlarsa yapsınlar millet gönlünden; Akif,silinmez/silinemez
Ey…
Millet..
İman…
Peygamber ve Allah sevdalısı Mehmed Akif…!
Rabim dereceni Ala eylesin..
2015 yılında Necati'nin Facebook'ta en çok beğenilen fotoğrafı
https://www.facebook.com/necati.cavdar/posts/10157007853312700



https://www.facebook.com/necati.cavdar/videos/788019818201962/?t=8

////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////
Tacettin dergahı, istihbarat merkezi miydi?

https://www.facebook.com/baybora24

Mehmet Akif Ersoy Atatürk'e suikast girişimini nasıl önledi?
Mutlaka okuyalım.
Ankara’da Tacettin Mahallesi’ndeki ev 30 Ekim 1949’da müzeye çevrildi.
Peki bu evi değerli kılan neydi?
Bu kiralık evde Eşref, Mehmet ve Hasan adında üç kişi yaşıyordu.
Üçünün ortak noktası milletvekili oluşlarıydı. 1921 senesinin Mayıs ayında bu eve bir mektup ulaştı.. Mustafa adında bir zata geliyordu. Mustafa kim miydi?
Mustafa, bu evde yaşayan o üç milletvekiliyle yakınlık kurmuş bir Hintliydi. Mustafa’nın kesin bir adresi olmadığı için bu adresi
“mektuplaşmak için” kullanıyordu. Kendisine gönderilen mektuplar bu eve ulaşıyor, Mustafa da mektuplarını buradan alıyordu. Ve yine bir gün bir mektup ulaştı.
Evdeki mebuslardan adı Mehmet olan, yarı açık vaziyetteki mektubu alıp içine baktı. Zarfın içinde boş sayfalar vardı. “İnsan neden birine boş sayfalar gönderir ki!” diye düşündü.. Şüphelendi. Mektup özel bir yöntemle yazılmış, gizli bilgiler içeriyordu. Hemen bir kimyager bulundu. Avni Refik (Bekman) özel bir solüsyonla ile mektupta yazılanları gün ışığına çıkardı! Mustafa gözaltına alındı.
Ve her şeyi itiraf etti.. Bu Hintli Mustafa bir İngiliz ajanıydı.
Şubat 1919’da Afgan Emiri Habibullah’ı öldürmüş, ardından Mustafa Kemal Paşa’ya suikast düzenlemek için Ankara’ya gitmişti. Ankara’da herkesle dost gibi görünüyor, casus olarak bilgi topluyor, Atatürk’ü öldürmek için fırsat kolluyor ve.. mektuplarıyla İngilizlere gelişmeleri bildiriyordu. Evet, amacı İngilizlerin isteğiyle Atatürk’ü ortadan kaldırmaktı. İşte o görünmez mürekkeple yazılan mektupta da Atatürk’ü öldürmesi için başarılar dileniyordu.
Neticede suçunu itiraf etti ve
24 Mayıs 1921’de idam edildi.. bu fotoğraf Cemal Kutay’ın arşivindendir. Evin duvarları birçok hadiseye tanıklık etmiştir. Atatürk’e suikastı bu evde yaşayan Mehmet adındaki kişi ortaya çıkarmıştı.
O mektuptan şüphelenmese belki Mustafa Kemal Paşa, Hintli Mustafa haini tarafından öldürülecekti.. Bu evi değerli kılan başka bir özellik daha vardı, ne mi? İstiklal Marşı işte bu gecekondu evde yazılmıştı.
Mustafa Sagir’in yakalanmasını sağlayarak Atatürk’e suikastı önleyen kişi bu evde yaşamış olan
Burdur Mebusu Mehmet yani
Mehmet Akif Ersoy’dan başkası değildi..Bilgisizlik ve cehalet karanlığının hüküm sürerek, her gün daha da arttığı günümüzde, aydınlık yarınlar için
bu bilgileri Türk gençlerimizden
lütfen esirgemeyin.. Sakın Öner
///////////////////////////////
Necati Çavdar Mili mücadelenin - Kuva-i Milliye"nin- manevi meşrutiyetini sağlayanlardan Mehmet Akif'in bir önemli İstihbarat insanı ve de Akif ve arkadaşlarına tahsis edilen Tacettin dergahının o dönemde bir ev değil istihbarat merkezi olarak kullanıldığını biliyor,düşünüyordum ve de kısmen yazıyordum..Bu paylaşımla beni teyit ettiniz.. Osman bey, bu paylaşımla ilgili kaynak mevcut mu .Varsa çok sevinirim..

///////////////////////////////

ANLAMAK, ANLAŞILMAK

Anlamak, anlaşılmak.
Çabalamak,
Cevap vermek neye.
Bilmek bilinmeyeni
Görev;
Bildirmek en bilineni


05.04.1995
Maltepe 13.00

ARZUHAL

Ankara 31. Sulh Hukuk Mahkemesi Sayın Hakimliğine
2001/221 Essa sayılı Dava için Arzuhal

.........
Aman hakim bey kızma..
Elbet verirsiniz kararı hukuka uyarak
Gönlümüzce meseleyi istedik anlatmak

Biz sadece başımızı sokacak bir ev isterdik.
Gelip kimsenin tenezzül etmediği yerlere birer kelik yaptık.
Medeniyet mi, Hakim bey..?
Ulaşmayı arzu etsek de
Bizden henüz çok uzakta
Ne elektrik, ne su.
Kanal bile yok bu çağda.

Bir gün hükümetimiz, af çıkarıverdi.
Bize birer “tapı gibi tahsis" deyip, “Tapu tahsis” verdiler ..

Sonra mı?
Kırmızı kırmızı plakalar
Arkalarında dolu dolu yalakalar
Böyük böyük adamlar(!) geldiler ..
Yapacağız, güzel binalar
Deyip çokça temel attılar.
Manzara iyi, güzel havalar
Size değil, bize gerek dediler.

İşte o zaman başladı sıkıntımız ..
Sağa sola.. seğirtip
Kimi “Babaya” kime Rahşan’a gidip
Kimi İnönü’ye, kimi Özal’a müracaat edip
Haksızlığı usulünce anlattık.

Dinlediler iyice; “Buranın havası güzel” dediler.
“Kavga da bu ya.. Hava meselesi” dedik..
“Verirsin evlerini, yıkarsın konduları” deyip
Tonton amca çözdü meseleyi ..

Sonra mı, hakim bey?
Suyu, elektriği, yolu verdiler.
“İmar geçti” deyip, çağırdılar..
Hazineden defalarca adamlar gelip incelediler.
”Siz hak sahibisiniz “ dediler.
Belediyeye, “hak sahiplerine tapı verin” deyiverdiler..

Belediyedekiler parselleyip kafalarına göre birer kağıt verdiler.
Borcumuzu öderken, tanımadığımız birileri komşu geldiler.
Bunlar; “nerden çıktı?” dedik, “ihaleden” dediler ..
Hak sahibi olamayanları evlerinden çıkarıp attılar

Kurdular kenarlarımıza betondan kutular.
Satıp onları, tatlı karın tadını aldılar.
“Kızındılar” küçük mutlulukları..

Şimdi mi hakim bey?
İşte geldik huzurunuza..

Şu Iraz karı:
Ben beni bileli dul,
Emeği ile çalıştı olmadı kul
Çocukları torunları tek başına büyüttü.
Onlara süt vermeyip ağaçlarla uyuttu.
Yetiştirdi kocaman ağaçlar
Belki hala karınları da doymaz, açlar.
O ne yüceliktir, yanında eğilir, “alçak” başlar

Şu İsmail emmi ve karısı Döne bacı
Ne tatlı günleri geçti, ne buldular huzur.
Çektiler çile, yaşadılar çokça acı
Tam rahat edeceğiz derken
Hazineden geldi bir başka acı..

Şu Galip hoca,,
Hoca dediğime bakmayın
Dede yetimi,
İlkokul üçten terk,
Dayanağı, kıytırık emekliliği tek
Avukat tutmaya derman ne gezer.

Bahattin bey akıllı adam güya
‘’Dövlette mamir’’ ya
Ama aklı, etmez beş para
Parası olan, ona her zaman açar yara
Sar sarabilirsen, çokça çabala
Bir memur maaşı beş çocukla..

Acaba Hakim bey!
Kısaca anlattım mı ki?

“Kapı gibi tapının” hikayesini
Anlatamam ki;
Anşa karının mücadelesini
Kendisinden siz dinlersiniz belki
Zaten oraya eğrelti oturmuştuk
“Bize yar etmezler” diye korkmuştuk
Eşek arılarının yuvasına çomak sokmuştuk
Evet Dikmen köyünde ne kalmıştı mera
Otlayacak hayvan ne de..
Dört ayaklılar kovulmuştu çoktan ama
İştahları doymayanlar ... aha
şairce anlatım mı, Hakim bey?...
Asıl hikayenin esası
İşte:
(2003)

......


YILDIZLARI KATMAK
........
Bu yamaçlarda, kayalarda;
Biz yokken ot yoktu, it yoktu.
Geldik; şenlendi bozkırlar,
Çevresini sardı Ankara’nın yemyeşil surlar.

Evler yaptık, bize yetecek kadar
Ele muhtaç değildik! Mutluluk o kadar.
Engel olmasalardı; vururduk yama
İhtiyacımızdı sıcak bir yuva.
Bekledik yıllarca, kavuştuk suya..

Mama parasıyla; ağaçlar diktik,
Çocuklarımızdan ayırmadık büyüttük,
İşledik toprağı, taşları söktük.
Biraz fasulye, biraz begonya ektik,
Tabii..cam önlerine sarmaşık diktik.

Derdimiz ..! kalmamıştı....
Şehrin en ağır işlerini sırtlanacaktık,
Sanayileri işletip, evleri temizleyecektik,
Şehirlilerin işine karın tokluğuna gidecektik,
Akşamları cevize yaslanıp sohbet edecektik,
Söğüdün altında tavşan kanı çay içip,
Kuşları dinleyip yorgunluk atacaktık,
Yazın altında yatıp,
Rüyalarımıza, yıldızları katacaktık ..
ll
Hatırlar mı?..
İbrahim !..
Güvercinin uçuşunu, kanat çırpışını,
Süzülüşünü, ördeğin paytak yürüyüşünü,
Nereden duyacak ibibiğin ötüşünü,
Ne bilsin.?
Seherde köpeklerin ürüyüşünü,
Horozların hep aynı saatte ötüşünü,
Güzüde yengesinden yumurta isteyişini,
Tavukların her mevsim yüksünmeden verişini...

Seyrediyoruz beraber mutluluğun bitişini,
Alkışlıyoruz !
İnsanın yalnızlığa itilişini...
Bilir mi?..
Uçurtmayı,
Uçuracak; boşluğu,
Rüzgarı bulur mu,
Uçurmaya belediye izin verir mi..?
Yağmurun kokusunu; almaya ,
Fıskiyeler yeterli gelir mi?..

Yok ediyoruz....
Beraberlikten ferde
Toplumun acımasız geçişini,
Doğanın planlarla.(!) elimizden gidişini,
Hesaplamıyoruz. Havanın tükenişini...

Boşlukları bırakıp,
“Dolu”ları planladık.
Komşulardan selamı kesip,
Süflî salonlarda selamladık,
“Muhtacı olduğumuz külleri”
Birbirimize atıp,
Kapatıyoruz ufukları,
Kutulardan seyrediyoruz...
İnsanın ezilişini,
Üst üste dizilişini...
Park....! İnsanın;
Bir avuç ışık, yeşil, su uğruna
Sadizme gidişini ..

Anlayabilir mi Tuğba;
Kırlangıçların süzülüşünü ..
Bilir mi..?
Göçmen kuşların göçüşünü,
Seyrediyoruz yeşilin kazınarak
Sorunların çözülüşünü...

Umursamıyoruz;
Yükseltepe’nin, Keklikpınarı’nın,
Natoyolu’nun, Çaldağı’nın gidişini,
Hatırlamıyoruz;
Balgat’ın, Sokullu’nun,
Seyranbağları’nın tükenişini.
Güvenpark’ın ”Tayin”edilişini,
Ankara’nın ciğerlerini sökülüşünü...

Düşünemiyoruz....!
Vişnenin, kayısının,
Yerli üretilişini,
Penceremizde ki sakanın,
Bahçede ki son gülün,
Henüz öten bir iki bülbülün
Kendi elimizle yok edilişini ..

Yaptığımız “planların” bizi;
El kadar parka, kafese,
Mahkum edişini...
İnsanın;
Mezara bile ağaçla gidişini,
Çiçekle ziyaret edilişini...
9.8.l997Ankara-İlker

BABANDAN MI KALDI

Bir ara çalıştırırdım; küçücük bir dükkan
Az kazanır, hep şükrederdim
Devlet; kazanmadan ister vergimizi,
İkide bir kapıya dayanır, bükerdi belimizi.
Birazını da peşin alırdı elimizden mal sahibi.
Gelip ihtiyaç sahibi cevval öğrenciler:
”Pazarları açalım” dedi.
Uydu aklıma, bu fikir; güzel geldi.
Hem talebeler çalışıp, harçlık alacak.
Biraz artırırsa; bize de ekmek kalacak.
Sokaklara bir kaç reklam yapıştırmışlar.
Rakipler görüp; Zabıta ya yetiştirmişler.
Ertesi günü, iki zabıta hemen geliverdiler.
Tam elli milyon cezadan kapı açtılar.
Direnince, sadece dört milyona indiler.
“Peşin yok “ diyerek başımdan gönderdim.
Hemen, belediyeye gidip; olanını bildirdim.
Müdür Özkan, “Mühim değil ben hallederim” dedi
Bir daha da para için bana kimse gelmedi.
...............
Kapattım dükkanı, üç yıl sonra
İşler değiştirdim, çalıştım yıllarca
Dükkâna gelmeyen o zabıtalar
Sonunda karakol, muhtar aramışlar.
Bilinmeyen evi keyifle bulmuşlar
Bir gün evde: “ icra” kağıdı.
Kağıtta “bir sayfanın” para isteği vardı.
Hem abartılı, istek hem de elim dardı.
“Gidip anlatayım; yetkililere gerçekleri,
Yaparlar elbet işleri değil mi? Gerekenleri ..”
.........
Başkan yardımcısını bulup;
Sekreterden izinle huzura girip,
Anlattım başıma gelenleri ..
-“Aslı ne ise ödeyeyim gerekenleri,
Ama abartılı kesmişler ceza.
Böyle ödemek inanın eza.
Zahmet ederek, dosyaya baktırsanız.
İşin doğrusunu elbet anlarsınız”
-“Olmazzz.. “ dedi.
-“Geçirmişsin gününü,
Ancak mahkeme çözerdi” düğümünü
Yanındaki iş adamı ! Ortağı sanki
Dedi:
- ”Ne olacak o paradan ki
Ödeyiverin ne olur sanki”
Dedim ki;
- “Sizin gibi kamudan bir şey istemiyoruz.
Biz ‘malı götürüp’ aldığımızdan vermiyoruz.
Ancak boğazımızdan keserek sizlere ödüyoruz.
Hem sizden ihsan da istemiyoruz.
Sadece adaletli davranın diyoruz.”
Eğer söylesem; kim olduğumu.
Ayağa fırlardı; bırakıp koltuğunu.
Görüyoruz işlerin nasıl döndüğünü.
İstedim ki vatandaş olarak
Yaparlar işleri bir yol bularak
Çünkü geldiler ” adil düzen” diyerek
Sustular ! bir şey yapamadan ..
Çay söyledi, müteahhit için ocaktan
Geldi çaylar çok saygın! kişi için
Dedi. ”Eh gelmişken siz de için”...
-“Madem ki bir şey yapamıyorsunuz
- Artık gideyim izin veriniz”
-“Çay söyledim içmeden gidiyorsunuz”
-“İçemem içinde göz yaşı ve haram vardır bilmiyoruz,
Kendi kesenizden değil,milletten ikram ediyorsunuz.
-Onda haram ve göz yaşı var biz onu içmeyiz”
Diklendi :
”-Nasıl olur bana makamımda hakaret ettiniz?”
Söyledim:
-“ Hakaret değil tedbirimiz,
Zorla toplar, çabucak dağıtırsınız.
Siz hükmedenler; budur adetiniz.
Selamla gelenlerin; işini halledersiniz
Kimsesiz insanları; lütfen dinler,
Hatırlıların hatırına; çay söylersiniz,
İpe un serer; münasipçe yollarsınız
Eşi dostu güzelce kollarsınız.
Vazifenizi yapmaz; başınızı sallarsınız
Koltukları, cepleri hava için sallarsınız”
Müsaade istedim kemali hürmetle
Yerinden fırladı azim hiddetle
-“Çık dışarı makamımdan” diye kükredi, şiddetle
Çıktım dışarı. Kendini de attı peşimden celadetle.
Söyledim:
-“Babandan miras mı kaldı burası?
Sana da kalmaz bu makam, aldığınız millet parası”
Avazı çıktığınca bağırıyor .. Avenesi ayakta
-“Bu bana hakarettir. Seni dinledim ya?”
-“Asli vazifen vatandaşı dinlemek “ güya
Ne gezer, lütuf bilirler biz görürüz güzel rüya.
Ekibi, korumaları, yağcıları sardı yanıma.
Bir yerlerden bağırdılar .... gibi her biri..
Sesimi yükselterek:
- “Hep beraber bağırmayın
Ya tek tek konuşun, ya da dinleyin”
Dışarılara bağırıp çağırdı hiddetinden
Uzaklaştırdılar bir çırpıda yanından.
Siz halktan kaçarken ben halkın içine giriyorum
“Lüküs” arabalarda hastalık çekerken ben;
sıhhatle yürüyorum
Hiç semtinize uğramayanları;
ihya olduğunu biliyorum
Sizi, o makamlara oturmanız için;
samimi gayret gösterdim
Ne zamandır sebep olduklarımdan helallik diliyorum.

14.10 1997 Salı/Ankara

...........
Halka hizmet gerek, seccadenden bize ne?
Namaz sana gerek, Rabbimin eksiği ne,
Seccade ahret için, dünyaya ne,
Seccade yere, masa üstünde işi ne?
Hizmeti adil yapıp; gönle girsene,
Bağlanan ümitleri çevirdiniz tersine
Kulakları tıkadınız, mağdurların sesine
Millet açken; zehir olsun yedikleriniz
Boğazınızdan aşsın ama; hiç doymayın
Malı götürdüklerinizle kalın, fakat onmayın
Ağrılarınız artsın, şifa bulmayın
Ahrette yazık olur, bu dünyada gülmeyin
Gözleriniz ışık bulsun; görmeyin
Silinsin hafızanız; kimseyi bilmeyin
..........
Büyükler bölünmüşü küçük belediyelere
Bulduğunu sokmuştu Özal, hemen seçimlere
Mesken tutmuştu, yeni denilen eski mahallede
Bal dolu, sanki arılar işlerdi hep petekte
Sürekli bulunurdu öpenler el etekte
Bir zamanlar bir vuran vardı
Eniştesi, karısı kendine yardı
Allah belasını dünyada verdi
Azametle yürür, “kanun” diye zulmederdi
Mazluma acımaz, güce itibar ederdi.
Hiç makam elden gitmez mi zannederdi?
Parasız kalınca avareleri, aveneleri
İşyerlerine saldırttı, zabıtaları
Göz yaşına bakmaz, kapatırdı dükkanları.
Ayyuka çıktı halktan aldığı cukkaları.
Herzeleri vardı taa Özal’a, çıktı yukarı
Patladı ensesinde bir anda Özal’ın tokadı
Kalmadı; halkın yanında hiç bir kıymeti
...........................
Yıl 1999, ilk bahar giriyor
Bir gün baktım bizler gibi yürüyor
Bizimle aynı sokakta bir binaya giriyor
Bir ara bir işim oldu uğradım yanına
Bekliyor müşteri nimetti canına
Kalmamış eski tafra eski naz
Güzelce sohbet ettik biraz
.................
Senin yerinde vardı, keser mi masatlı
Göbek iri, ense olmuş on katlı
Ahrete meyyal görünür dünyalıkta aklı
Belediyeyi işgal etmişler kendisi saklı
Usulsüzlüklere bulurlar kılıf olurdu haklı
Muamele mafyaca, icraat farklı.
........
Senden önce biri vardı
Hem hacı hem ehli tarik idi...!
İşini bırakıp sık sık mescide inerdi
Dünya benim olsun der nefsini tahrik ederdi
Hem masatlı hem atılgandı
Bir zaman kandırırdı başkanını
Yüzlerce zabıtayla başlattı baskınını
Garibanların feryadı yükseldi arşa
Kulakları duymazdı ki ellerinde maşa
Maksat sahiplenmek gariplerin yerine
Güç elinde idi her şey uydurulmuştu planına
Çok sürmedi yetişti geride kalanların imdadına
Etmeyin ağalar yaptığınız zulümdür
Divane söyledi üzülmeyin Mevlâ kerimdir
Kudret sahibi Allah, gayrısı kimdir?
.............
O Selefin verdi bir gün bir davet
Gücün hatır vardı; gidilmeliydi elbet,
Bir büyük kalabalık birikti Çiftliğe
Başladı alem...Kap kap nevaleleri yemeğe
Rab’bım hiç yoktan rüzgar ve fırtına gönderdi
İnsanlar seğirtip sağa sola canlarını kurtardı
O adamı sapsarı edip muma dönderdi
....................
Yıllar sonra Ülkede sayım vardı
Bekledik dokuza kadar gelen olmadı
Sabah hemen zabıtalar yetişti:
-“Devlet işte bu, anında gelir” dedi
Dedim:
- Belli devlet kim,
Dün sayım vardı “Niçin sayamadı”
Garibanları takip etmek mi devlet?
Bir A4 sayfası için mi bu gayret ..!”
Çıkarıp verdim icra parasını
Anlattım zaten öncesi, sonrasını
................
Bu olaydan iki yıl sonra
Bir kalabalık toplantıda
Kendi çapında ünlüler arasında
Yaklaştı ; usulca sırıtarak yanımıza
O ünlülerle beraber toka edip
Bileme di, ne yapsa hafızasını test edip
Söyledi:
-“Sizi tanıyamadım. “
-Yanına gelip
Dedim ki kulağına eğilip;
-”Söylersem ayıp olur”
Pişkince dedi :
“Söyle bir şey olmaz”
Yavaşça;
- “Hatırla hani,
Seccade masanda” hatırla beni
Belki hatırladı. Ama attı benzi
Yine de yılışarak
-“Ne diyorsun inan ki....”
Ben anlatınca :
“Hiç anlamıyorum ..”dedi
Kuyruğunu kıstırıp, toplumu terk etti
Hey kadir olan Allah, daha dünyada iken onu rüsva etti.

BAYRAM OLSUN

Yürek; kin değil, sevgi dolsun,
Yetişip; filiz, umut olsun,
Çiçekler açıp, meyve versin,
Eliniz her an sevgi dersin.

Geceler, günler neşe dolsun
Sağlık, mutluluk sizin olsun,
Bereket, bolluk sizi bulsun,
Çalışın, zaman sizin olsun.

Bir sevgi ekin; binler versin,
Akıllar tam doğruya ersin,
Siz gülün ki; cihan da gülsün,
Gelecek sizle bayram olsun.

Terle; herkes hesaba katsın,
Güneş; sizlerle doğsun, batsın
Alemin nabzı sizle atsın,
Bayram; gerçekten bayram olsun.


21.1.1999
23.45 ANKARA

memleket; Kar gibi bem beyaz kefen giymiş - Deprem 2

Ülkeme kar yağdı sevindik... Beyazlara büründü gelinlik, sandık meğer memleket; Kar gibi bem beyaz kefen giymiş bilemedik.. ... Umulur ki Ak...