28 Eylül 2006 Perşembe

--------------- Feride



FERİDE
Alırlar gece; “malı”
İster, gündüz..
“Kanun adına” canı
Gaye, korumak;
Köhne düzeni.
Uymasa da sisteme
İzanı..
İbrahim ne yapar?
Hiç mühim değil.
Hasta ana aç yatar
Emir, onun değil.
Hemen zindana atar.
Baba gitti..
Suçu: fikir
Aç bilaç kalmışsın
Zira cezayı;
Dünyaya gelmekle almışsın
...
Kapı, geniş
Hücre, dar
Kilit arkasında
Ayrı dünya var.
Hemen çabuk
Yeni şekle uymalısın,
Çileyi beyninde duymalısın
.......
Dışarı zulmette;
Beyinler taş
Rutubetli zindanda;
Aydınlık, loş
Nefes almıyor
Hava, leş
Verilmiş, hüküm
Ümitler sönmüş
Bakışlar, boş
Elinde el işi Murat;
Neye, niçin koş..
Toprak yeşile hasret
Gelmez ki bir kuş.
Elveda...Kaçıncı, veda?
Bir kez etmiş, gerisi boş
Selam mı..?
Belki hayali, geride..
1983/ÇIĞLIK


////////////////////////////////
Hikayesi:


At Ahırlarında bir umut! 28 Haziran 2006 –Ankara Bu gün gazeteleri tararken Yenişafak gazetesinde 'Türkiye'nin en ünlü Cezaevi tarih oluyor ' başlıklı bir haber özellikle dikkatimi çekti. İçine hüzün oturdu. Ve bu gün nice zamandır uğramadığım necaticavdar@gmail.com adresimi açtım. Şiir Evreni’den mesaj var. Çeşitli zamanlarda yazdığım şiirleri göndermiştim. Sağ olsunlar bunları belirli zaman aralıkları ile yayınlıyorlar. Bu defa “Feride”yi yayına koymuşlar.Ve bunun içinde güzel insanlar zahmet ederek yorum yapmışlar. Farklı bir duygu. Ulucanlar Hapsanesi ve Feride..Siz tesadüf deyin ben “Kader… Takdir..” deyim.. Geçtiğimiz Pazar günü Mimar Sinannı Ankaradaki tek eseri Cenabi Ahmet Camiini ziyarete giderken önünden geçerek sevgili eşim ve yanımızdaki akrabalara “bizim mekan” dediğim yer.. Hemen Yenişafak gazetesini aradım. Ali Eyvaz kardeşimden haberin kimin tarafından yazıldığını öğrenmek için sordum.”Bilmiyorum. İmzasız ise ajans yapmıştır” dedi. Başkan Melih, bir zamanlar Ankara’ya geldiğimde “orduevinde yer yok”” cevabı aldığımız için yakında bulunduğundan gelerek zaman zaman kaldığım eski şehirler arası terminal yanındaki oteli yıkarak şimdi yerine dev “Başkanlık Sarayı” yaptırıyor. Yani bir bir hatıralarımız zamana dayanılmıyor yok oluyordu.Ulucanlarda öyle işte.. Neyse.. 1980 yılında Hakkari Yüksekova'da iken.. Herkesin arkasından söylediği şekli ile bir 'Şerefsiz'in yüzüne karşı, bizde 'Şerefsizliğini' açıkça ilan etmiştik. Başka bir “şerefsiz” şahidi oldu. Verdiler askeri mahkemeye. Van, askeri mahkemesi, 'beş gün cezamıza, iki gün infaza, üç gün hapis yatmamıza' karar verdi. Ancak karar, uygulanmayarak başka bahara havale edildi. Bu arada Kenan “kaniatın” düdüğü öttürmesiyle, dış dünyayı kapatılan memleketimizde, meşhur söylevlerinden birini vermek ve ilk seyahatini Van’a yapmak üzere yola çıkarken bizde acilen Yuksekova’dan, “ordu”dan ayrıldık. Ceza zaman aşımını beklemek üzere kaldı. Ailemiz Çorum’da biz Ankara’ya yerleştik. Fakat, adresimiz ve yerimiz bilindiği halde bir başka şerefsiz, halkın içinde rencide etmek isteyerek yaşlı babamı sıkıştırmış. Babam bunu bana intikal ettirdi. Hemen kağıdı kalemi alarak sözde o yetkili işgüzara mektup yazdım, adresimi de belirttim. Alaca, Ankara’ya yazmış onlarda Dikmen karakoluna. Benim Demetevler’de işyerim var. Dikmen polis karakolundan bir görevli gelerek durumu söyledi. “Buyurun” dedim. Kim korkardı.Hain kurttan. Zira eskiden 4 milyon metrekare resmi sınırı olan bir ülkeyi 2 milyon kilometrekare teslim alan “İT”ler, ülkenin tamamını düşmana teslmim ederek kaçmış.. Kalanların bir kısmı ise 585,576 kilimtrekarasine razı olarak “ kurtardık” diyerek tümünü millete hapsane yapmışlardı. “Netekim” Kenan Kaniat da biraz daha sıkı olsun diye tüm ülkeye kilit vurmuştu. O nedenle ha içeri ha dışarı fark etmiyordu. Adresimi,- üstelik mektup yazarak verdiğim -gözünü sevdiğim devletimin görevlileri bularak hapse koyma işlemini yapmak üzere “polis” göndermişlerdi. (Dikmen karakolundan dönemin polisi Cabbar! -eğer yaşıyorsa kulakları çınlasın- o işleri yi bilir..) Böylece hayatta neler olup olmadığına bu cepheden de bakmak için Ulucan’lara 1983 yılında 'üç günlüğüne' bizde misafir olmuştuk. Zamanında jandarma kışlasını hapsane yapmışlar. Yönetim binası karargah.. At ahırları da koğuşlar.. Ha.. Seyislerin kaldıkları yerlerde varmış! Bunlarda özel misafirlere tahsisli gözde alanlar, yani “Köşk”.. Eee.. Ahıra göre gerçekten buralar “köşk” konumunda idi. Hatta Ecevit’e tahsisli olanına da “ Hilton “ diyorlardı. Kimler gelip kimler geçmişti. Kader… Ülkeye çivi çalmayanlara inat, yüce dağlar arasında yol vermez, kervan geçirmez “Zap” suyunu aşmak, altıay gün yüzü görmeyen insanvların biraz olsun” nefes” almasını sağlamak üzere asma köprü yapan Denizleri; burada, kavak ağacı dibinde…Yani yönetim binası önünde bir sabah, ibreti alem ve yeryüzünde kötülükleri savmak(!) adına sallandırmışlardı. Doğru yanlış.. Sağcı, solcu..Bu ülke için düşüne, yazan bir çok insan önce Mamak, sonra buradan geçiyordu. Onlar “siyasi” olduğu için dışarı çıkamıyor.Bizler ise “atahırlarında” geçireceği günü az olduğundan “mahpusluğa” bile layık insanlar görülmediğimizden olacak, istersek onlara yemek götürebilirdik. Öyle yaptım.Ve onlardan Mamak hikayeleri dinledim. Ve onlardan birilerinin söylediği şu sözler hiçbir zaman kulağımdan çıkmadı. “Bir gün gelecek.. Buraların..Mamakların..Kitapları yazılacak… Şiirleri yazılacak..Tiyatroları oynanacak” O günün şartlarında sıradan(!) sözlerdi. Ama bu gün galiba o gün.. O tanıklık ve hayat tecrübesi içinde bizde geçtik Ulucanlar at ahırlarından.. 
Koğuşumuzda Murat isminde bir genç vardı.. Hiç kimse ile konuşmayan. Sadece el işi yaparak hem gününü geçiren hem de ihtiyaçlarını karşılayan.. 
Gönüldekini nakışlara döken genç. Gizliden gizliye “müebbet alacağı” söyleniyordu meraklı kulaklara.. 
Artık bizim için içerdekilere “veda” zamanı gelmişti. O vedaların kalanlar için ne kadar zor olduğunu çeken bilir.Herkesle “veda” ettim.. 
Ancak sırı ona gelince… Murat için yapamadım. Veda sözcüğünü ya da onu çağrıştıracak bir kelime söyleyemedim. Ona “Dışarıdan bir isteğinin olup olmadığını” sordum. 
Hiç kimseye konuşmayan, sorulan sorulara cevap vermeyen delikanlı Murat, başını kaldırdı ey işinden “Ulus’daki Feride’ye selam söyle” dedi.
 Kimdi Feride? .. Sormadım. Adres de almadım. “Tamam! ” der gibi hüzünle selamımı kalbime yazarak ayrıldım Murat’tan..
 At ahırlarından ayrıldıktan sonra yönümü Ulus’a çevirerek, tam heykelin bulunduğu alana gelip, “Feride Murat’ın …Selamı var” diye farklı yönlere dönerek farklı yerlerde birkaç kez tekrarladım. 
Yanımda yöremdeki insanların “bu adam kime diyor? ” diyerek çevrelerine baktığını hatırlıyorum. 
Onlar, belki de “kafayı yemiş biri” zehabına kapılarak “hüküm “ vermiş de olsalar, aldırmadan yoluma devam edip, yuvama döndüm.. 
İşte bu şiir.. 
Umudu tükenmiş bir delikanlının nice canların alındığı “Ulucanlar”atahırlarında içinde beslediği bir umut mu bilmiyorum? 
O Feride’nin anlatımıdır. 
Kim ne, anlarsa.. 
Necati Çavdar
https://www.antoloji.com/feride-7-siiri/?siralama=p


///////////////////////////////////////////////////



Necati ÇavdarAt Ahırlarında Bir Umut! albümüne 258 yeni fotoğraf ekledi — Ankara Ulucanlar Cezaevi'de.
1 Mart 2013

At Ahırlarında Bir Umut!

At Ahırlarında Bir Umut!

Feride :
httpa//www.antoloji.com/feride-7-siiri/

Biz İÇİN :

http://www.antoloji.com/biz-icin-siiri/

Güneş Doğunca Batar
httpa//siirler.love.gen.tr/necati-cavdar/gunes-dogunca-batar.html

Görüş Günü
httpa//www.siirevreni.com/modules.php?name=News&file=article&sid=11475
Görüş Günü

Bu gün görüş günü;
Ses gelir:
Veliii..
Ziyaretçi var
Dost kardeş bir arada
Kalpler efil efil
Telden tele mendil sallar
Yürekten yüreği selamlar
Delin olmuşum; mapushane içinde
Seni senden sormaya dayanamadım
Yarın diner mi o görüşün ateşi..?
Kalpten kalbe mendil sallar
Candan cana selamlar..

Necati Çavdar

http://www.antoloji.com/gorus-gunu-12-siiri/

Feride' için yazdığım gibi hapsane ile ilgili bir birine ek olan şiirlerin, ayrılmasıyla oluştu “Görüş Günü “ ve ”Çığlık” ismini verdiğim kitap da da zeten ekli olarak yazıldı.
'Görüş Günü 'aslında başlık değil, 'Bu gün görüş günü' diye başlayan bölümün bir mısrası.
Ve ben uzun şiirden ayırmak için “görüş günü” başlığını koyarak gönderdim.
Camlar ve teller arasından ziyaretçi kabul edenler..
Ve o ziyaretçilere, hele de kucağında çocuğu ile gelen “yar” ise “ nasılsın?
Diyemeyenler
“ Delin olmuşum; mahpushane içinde
Seni senden sormaya dayanamadım” diyebilir.
Görüşün sevinci ile- yanında jandarma yada gardiyanlarda olsa – giderek, ziyaretçilere bir şey belli etmese de dönüşün acısını yüreğinde duyanlar,
“Yarın diner mi o görüşün ateşi..?
Kalpten kalbe mendil sallar Candan cana selamlar..”
der veya denileni anlar.
Gerçektende ziyarete gelenleri -gardiyanlar, jandarmalar eşliğinde-görerek, başı önde geri dönüşünü, koğuşuna girişini, yatağına uzanarak kendi başına kalışını, bir sigara tüttürüşünü..
Hele de bir suçu fikirse…
Ancak yaşayan bilir..
Ve Şiir 'Biz için” diye devam ediyor.
Bu bölümde şahsi çıkarı değil ama toplumumun menfaati için düşünen “fikri için içeri atılanlar” için özellikle Mamak’dan Ulucanlar’a gelenleri görünce yazdığım bir bölüm.
“BİZ İÇİN
Zonk zonk zonklayan beyni,
Çilesi, fikir..
Bir garip inler ta uzaktan! .
. Sana senden de yakın.
Sana sevdalı..
İnsan için, sen için..
Her an dilinde şükür
Bir yiğit sesi gelir zindandan
Zulmü katık yapmış ekmeğine
Sen için, ben için, biz için..
Feda etmiştir kendilerini
Biz için.
Senin hayalin;
Onun hayat kaynağı.
Neden yaşamayız
Biz için,
Hepimiz için..”

Necati Çavdar, edebiyat çevrelerinde gezen..
Sanatı “ desinler “ diye yapan ve onun gereğini yerine getirenlerden değildir.
Hiç bir edebiyat akımının takipçisi ve bendesi değildir.
Hemen hemen bilenen hiçbir kalıba vurulamaz ve hiçbir ideoloji, ya da resmi söylemlerle tarif edilemez.
Kendine has bir kişilik ve üsluptur.
Yazdıklarını da yaşayarak yazar, acılarını yüreğinde duyduklarını kaleme alır.
Belki sanat ve edebiyat değeri de yoktur.
Ama o yazar.
Ötesi boştur.
Türkçenin imkanları bu..
Ana sütümüz.
Duyguları ifadede kullanabileceğimiz tek araç ve ortak dil.
Belki de duyguların evrenselliği..
Hakikaten sanalda olsa bir dönem mahpuslara düşmüş, acılar çekmiş insanlarla ayın kelimelerde aynı duygu yoğunluğunda birleşmemiz mümkün ola buluyor.belki öyleleri de vardır.
Böylece ' görüş günü'de 1983 yılında şöyle bir uğrayıp geçtiğimiz Ulucanlar At Ahırları'nda yaşanan hadiselerin birer yansıması .
Saygılarımla..

//////////////////////////////////////////
Bu gün gazeteleri tararken Yenişafak gazetesinde 'Türkiye'nin en ünlü Cezaevi tarih oluyor ' başlıklı bir haber özellikle dikkatimi çekti.
İçine hüzün oturdu.
Ve bu gün nice zamandır uğramadığım necaticavdar@gmail.com adresimi açtım.
Şiir Evreni’den mesaj var
. Çeşitli zamanlarda yazdığım şiirleri göndermiştim.
Sağ olsunlar bunları belirli zaman aralıkları ile yayınlıyorlar.
Bu defa “Feride”yi yayına koymuşlar.
Ve bunun içinde güzel insanlar zahmet ederek yorum yapmışlar. Farklı bir duygu.
Ulucanlar Hapsanesi ve Feride..
Siz tesadüf deyin ben “Kader… Takdir..” deyim..
Geçtiğimiz Pazar günü Mimar Sinanın Ankara’daki tek eseri Cenabi Ahmet Camiini ziyarete giderken önünden geçerek sevgili eşim ve yanımızdaki akrabalara “bizim mekan” dediğim yer..
Hemen Yenişafak gazetesini aradım. Ali Eyvaz kardeşimden haberin kimin tarafından yazıldığını öğrenmek için sordum.
”Bilmiyorum. İmzasız ise ajans yapmıştır” dedi.
Başkan Melih, bir zamanlar Ankara’ya geldiğimde “orduevinde yer yok”” cevabı aldığımız için yakında bulunduğundan gelerek zaman zaman kaldığım eski şehirlerarası terminal yanındaki oteli yıkarak şimdi yerine dev “Başkanlık Sarayı” yaptırıyor.
Yani bir bir hatıralarımız zamana dayanmıyor, yok oluyordu.
Ulucanlarda öyle işte..
Neyse..
1980 yılında Hakkari Yüksekova'da iken..
Herkesin arkasından söylediği şekli ile bir 'Şerefsiz'in yüzüne karşı, bizde 'Şerefsizliğini' açıkça ilan etmiştik. Başka bir “şerefsiz” şahidi oldu. Verdiler askeri mahkemeye. Van, askeri mahkemesi, 'beş gün cezamıza, iki gün infaza, üç gün hapis yatmamıza' karar verdi.
Ancak karar, uygulanmayarak başka bahara havale edildi.
Bu arada Kenan “kaniatın” düdüğü öttürmesiyle, dış dünyayı kapatılan memleketimizde, meşhur söylevlerinden birini vermek ve ilk seyahatini Van’a yapmak üzere yola çıkarken bizde acilen Yüksekova’dan, “ordu”dan ayrıldık. Ceza, zaman aşımını beklemek üzere kaldı.
Ailemiz Çorum’da biz Ankara’ya yerleştik.
Fakat, adresimiz ve yerimiz bilindiği halde bir başka şerefsiz, halkın içinde rencide etmek isteyerek yaşlı babamı sıkıştırmış.
Babam bunu bana intikal ettirdi.
Hemen kağıdı kalemi alarak sözde o yetkili işgüzara mektup yazdım, adresimi de belirttim.
Alaca, Ankara’ya yazmış, onlar da Dikmen karakoluna.
Benim Demetevler’de işyerim var.
Dikmen polis karakolundan bir görevli gelerek durumu söyledi. “Buyurun” dedim. Kim korkardı.Hain kurttan?.. Zira eskiden 4 milyon metrekare resmi sınırı olan bir ülkeyi 2 milyon kilometrekare teslim alan “İT”ler, ülkenin tamamını düşmana teslim ederek kaçmış.. Kalanların bir kısmı ise 585,576 kilometrekaresine razı olarak “ kurtardık” diyerek tümünü millete hapsane yapmışlardı.
“Netekim” Kenan Kaniat da biraz daha sıkı olsun diye tüm ülkeye kilit vurmuştu.
O nedenle ha içeri ha dışarı fark etmiyordu. Adresimi,- üstelik mektup yazarak verdiğim -gözünü sevdiğim devletimin görevlileri bularak hapse koyma işlemini yapmak üzere “polis” göndermişlerdi. (Dikmen karakolundan dönemin polisi Cabbar! -eğer yaşıyorsa kulakları çınlasın- o işleri yi bilir..)
Böylece hayatta neler olup olmadığına bu cepheden de bakmak için Ulucan’lara 1983 yılında 'üç günlüğüne' bizde misafir olmuştuk.
Zamanında jandarma kışlasını hapsane yapmışlar. Yönetim binası karargah.. At ahırları da koğuşlar.. Ha.. Seyislerin kaldıkları yerlerde varmış!
Bunlarda özel misafirlere tahsisli gözde alanlar, yani “Köşk”..
Eee..
Ahıra göre gerçekten buralar “köşk” konumunda idi.
Hatta Ecevit’e tahsisli olanına da “ Hilton “ diyorlardı.
Kimler gelip kimler geçmişti. Kader…
Ülkeye çivi çakmayanlara inat, yüce dağlar arasında yol vermez, kervan geçirmez “Zap” suyunu aşmak, altı ay gün yüzü görmeyen insanların biraz olsun” nefes” almasını sağlamak üzere asma köprü yapan Denizleri; burada, kavak ağacı dibinde…Yani yönetim binası önünde bir sabah, ibreti alem ve yeryüzünde kötülükleri savmak(!) adına sallandırmışlardı.
Doğru yanlış..
Sağcı, solcu..
Bu ülke için düşünen, yazan bir çok insan önce Mamak, sonra buradan geçiyordu. Onlar “siyasi” olduğu için dışarı çıkamıyor. .Bizler ise “at ahırlarında” geçireceği günü az olduğundan “mahpusluğa” bile layık insanlar görülmediğimizden olacak, istersek onlara yemek götürebilirdik.
Öyle yaptım.
Ve onlardan Mamak hikayeleri dinledim.
Ve onlardan birilerinin söylediği şu sözler hiçbir zaman kulağımdan çıkmadı. “Bir gün gelecek.. Buraların..Mamakların..Kitapları yazılacak… Şiirleri yazılacak..Tiyatroları oynanacak”
O günün şartlarında sıradan(!) sözlerdi.
Ama bu gün galiba o gün..
O tanıklık ve hayat tecrübesi içinde bizde geçtik Ulucanlar at ahırlarından..

Koğuşumuzda Murat isminde bir genç vardı..
Hiç kimse ile konuşmayan.
Sadece el işi yaparak hem gününü geçiren hem de ihtiyaçlarını karşılayan..
Gönüldekini nakışlara döken genç.
Gizliden gizliye “müebbet alacağı” söyleniyordu meraklı kulaklara..
Artık bizim için içerdekilere “veda” zamanı gelmişti.
O vedaların kalanlar için ne kadar zor olduğunu çeken bilir.
Herkesle “veda” ettim..
Ancak sırı ona gelince…
Murat için yapamadım.
Veda sözcüğünü ya da onu çağrıştıracak bir kelime söyleyemedim.
Ona “Dışarıdan bir isteğinin olup olmadığını” sordum.
Hiç kimseye konuşmayan, sorulan sorulara cevap vermeyen delikanlı Murat, başını kaldırdı, el işinden “Ulus’daki Feride’ye selam söyle” dedi.
Kimdi Feride? ..
Sormadım.
Adres de almadım.
“Tamam! ” der gibi hüzünle selamımı kalbime yazarak ayrıldım Murat’tan..
At ahırlarından ayrıldıktan sonra yönümü Ulus’a çevirerek, tam heykelin bulunduğu alana gelip, “Feride Murat’ın …Selamı var” diye farklı yönlere dönerek farklı yerlerde birkaç kez tekrarladım.
Yanımda yöremdeki insanların “bu adam kime diyor? ” diyerek çevrelerine baktığını hatırlıyorum.
Onlar, belki de “kafayı yemiş biri” zehabına kapılarak “hüküm “ vermiş de olsalar, aldırmadan yoluma devam edip, yuvama döndüm..
İşte bu şiir..
Umudu tükenmiş bir delikanlının nice canların alındığı “Ulucanlar” atahırların da içinde beslediği bir umut mu bilmiyorum?
O Feride’nin anlatımıdır.
Kim ne, anlarsa..
28 Haziran 2006 –Ankara
Necati Çavdar

FERİDE

Alırlar gece; “malı”
İster, gündüz..
“Kanun adına” canı
Gaye, korumak;
Köhne düzeni.
Uymasa da sisteme
İzanı..
İbrahim ne yapar?
Hiç mühim değil.
Hasta ana aç yatar
Emir, onun değil.
Hemen zindana atar.
Baba gitti..
Suçu: fikir
Aç bilaç kalmışsın
Zira cezayı;
Dünyaya gelmekle almışsın
...
Kapı, geniş
Hücre, dar
Kilit arkasında
Ayrı dünya var.
Hemen çabuk
Yeni şekle uymalısın,
Çileyi beyninde duymalısın
.......
Dışarı zulmette;
Beyinler taş
Rutubetli zindanda;
Aydınlık, loş
Nefes almıyor
Hava, leş
Verilmiş, hüküm
Ümitler sönmüş
Bakışlar, boş
Elinde el işi Murat;
Neye, niçin koş..
Toprak yeşile hasret
Gelmez ki bir kuş.
Elveda...Kaçıncı, veda?
Bir kez etmiş, gerisi boş
Selam mı..?
Belki hayali, geride..
1983/ÇIĞLIK

//////////////////////////////////////////////
Komşum Veyis Taşdemir'in ısrarlı teklifiyle
Ulucanlar Cezaevi müzesini ziyaret ettik..

at ahırlarından/ 20 Şubat 2016 cuma
 Posted by Picasa

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10155783424502700&set=a.10151506011562700&type=3&notif_id=1548337342793289&notif_t=feedback_reaction_generic&ref=notif

/////////////////////////////////////

----------- Bizimdir

 Posted by Picasa

--------- Gözyaşı

 Posted by Picasa

Ülkem ----------- Anlatamam

 Posted by Picasa

Ad Kalır

 Posted by Picasa

Bayrak ----------------- Çamlı kaya



Bayrak

Devlete kızıp bayrağımızı indiriyorsunuz
Siz, hiç uğruna kendinizi kandırıyorsunuz...


Bayramlarda, savaşlarda
Düğünlerde, üzüntüde, kıyamda
Her coşkuda her heyecanda
Elde, başta, en yüksekte
Semboldür, milli ruhtur...
Zannetmeyin; devletindir, bayrak
Bayrak; histir, ruhtur, devlet; hadimi
Bayrak inince; devlettir biten
Koruyan halktır, halk yücelten
Yönetim; koruyamaz, bazen indirir
Halk; sahip çıkar, en yücelere çektirir...
Zira bayrak; devlet değil, milletin sembolüdür
Millet; devletsiz durur, bayraksız olmaz.
Ey devlet, sen koruyamazsan çekil! ...
O; millet kanındandır, millet; indirtmez
Buluşmaktayken Gökbayrak’la Albayrak
Yanan en son ocağı; millet, söndürtmez...


Ankara - 23 Haziran 1996


Yıl 1996 Yer Ankara, bayrağımız indiriliyor..
23 Haziran 1996 tarihinde HADEP 2. Olağan Büyük Kongresi Atatürk Kapalı Spor Salonu'nda toplandı.
Öğle saatlerine doğru HADEP Genel Başkanı Murat Bozlak'ın konuşması esnasında Atatürk Spor Salonu'nda asılı bulunan Barağımızın bir grup tarafından indirilmesinin ardından kongredeki coşku, yerini endişeye, hüzne ve ülkede ise genel bir kızgınlık ve üzüntüye bıraktı.
Bu şiirde o duygularla yazıldı.
Bak:
http://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem20/yil1/bas/b066m.htmk/donem20/yil1/bas/b066m.htm
...............
Ve...
26.06.2006 PAZARTESİ
DTP kongresinde teröristbaşına af talebi
Demokratik Toplum Partisi (DTP), 1. Olağan Kurultayı’nı topladı. Ahmet Türk’ün tek aday olarak girdiği kurultayda, devletten birçok talepte bulunulurken, terör örgütü PKK’nın silah bırakmasına yönelik bir çağrı yapılmadı.
İstiklâl Marşı’nın okunmadığı kurultayda, terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın posteri açıldı, lehine sloganlar atıldı, affı istendi.
1996 yılındaki HADEP kongresinde ‘bayrak indirme’ olayına sahne olan Ankara Atatürk Spor Salonu’nda, 10 yıl aradan sonra ilk kez bir etnik partinin kurultay yapmasına izin verildi. Türk bayrağı yasal zorunluluk doğrultusunda salondaki yerini alırken, kurultay başlarken İstiklal Marşı okunmadı. ‘Özgürlük şehitleri’ için yapılan saygı duruşu sırasında bazı partililer Apo posterleri açarken, bir vatandaş sözde ‘Kürt Marşı’nı okudu.
26.06.2006 PAZARTESİ-Zaman Gazetesi

--------------- Kervan

 Posted by Picasa

memleket; Kar gibi bem beyaz kefen giymiş - Deprem 2

Ülkeme kar yağdı sevindik... Beyazlara büründü gelinlik, sandık meğer memleket; Kar gibi bem beyaz kefen giymiş bilemedik.. ... Umulur ki Ak...