28 Eylül 2006 Perşembe

ÇIĞLIK, necati çavdar'ın şiirlerini topladığı ilk kitabı, para ile satılmaz

çığlık çığlık çığlık
çığılık çığlık çığlık
çığlık çığlık çığılık
çığlık çığlık çığlık
Çığlık Çığlık Çığlık
Çığlık Çığlık Çığlık

ÇIĞLIK ÇIĞLIK ÇIĞLIK

 Posted by Picasa

İçindekiler

Not: İsteme adresi ve telefonlar kitabın çıktığı tarihdeki idi.
İstenirse necaticavdar@gmail.com adresinden ulaşmak mümkün Posted by Picasa
 Posted by Picasa

O'u Bildim

 Posted by Picasa O'nu Bildim



Gezdiğim dağda, taşta
Havada uçan kuşta
Bitkilerde, ağaçlarda
O’unu gördüm O’nu bildim

                       Hak lailahe illallah



Seherde; rüzgârlarda
Şafaklarda, ay, güneşte
Toprakta, havada, suda
O’nu gördüm, O’nu andım

                Hak lailahe illallah



Deryalara giden suda
Akan ırmak, yağan karda
Müminlerin gönlünde
O’unu buldum, O’nu bildim...

                     Hak lailahe illallah

Fakirlerin şükründe
Zenginlerin hamdında
Dertlilerin Ah’ında
O’nu gördüm, O’nu bildim...

                   Hak lailahe illallah



Zalimlerin; zulmünde
Mazlumların sabrında
Âşıkların yüreğinde
O’nu gördüm, O’nu bildim...

                Hak lailahe illallah

Düğünlerde, derneklerde
Gençlerin coşkusunda
Şafakta, seher yelinde
O’nu buldum.. O’nu bildim..

                  Hak lailahe illallah

Gelinin göz yaşında
Yavrunun kalp atışında
Ninelerin yakarışında
O’nu buldum, O’nu bildim..

                  Hak lailahe illallah

Nefeslerin ilkinde
Ömürlerin sonunda
Evrenin sonsuzluğunda
O’nu gördüm, O’nu bildim..

                      Hak lailahe illallah

Kuzunun meleyişinde
Kuşların cıvıltısında
Sistemlerin dönüşünde
O’nu buldum, O’nu bildim..

                   Hak lailahe illallah

Dervişlerin zikrinde
Âlimlerin fikrinde
Atomun çekirdeğinde
O’nu gördüm, O’nu bildim

               Hak lailahe illallah

Malda mülkte, fakirlikte, yoklukta
Makamların üstünde, kalabalığın içinde
Çokluğun hiçinde, yalnızlığın özünde
O’nu buldum, O’nu gördüm, O’nu andım...

                              Hak.. lailahe illallah



Lailahe ilallah

 Posted by Picasa

Alırmısın Selamı

 Posted by Picasa



Alır mısın Selamı?



Ey âlemlerin rahmeti
Şefaat bekler kemter ümmeti
Kah gönderirim seher ile salavatı
Tenezzülen alır mısın selamı...


                   Salli ala seyyidina Muhammed




Ey bağrı yanıkların ilacı
Boynu bükük âşıkların sertacı
Çağlayanlarla gönderirim salâvatı
Kabul eder misin; bu sefilden selamı


                  Salli ala seyyidina Muhammed


Bazen gün doğarken bazen geceden
Bazen söz ile de bazen heceden
Bazen kalp ile de bazen inceden
Ay ile gönderirim; alır mısın selamı...


                           Salli ala seyyidina Muhammed




Bülbül kesilir zakirler
Yardımını umar fakirler
Ne yüzle sana gelir hakirlere
Rüzgar ile gönderirim; alır mısın selamı...          
                          
                              Salli ala seyyidina Muhammed




Seherde yeller ile
Al kınalı turnalarla
Deryalara giden sular ile
Gönderirim; alır mısın selamı...


                       Salli ala seyyidina Muhammed




Sensin sultanı âşıkların
Sensin dermanı maşukların
Sensin fermanı mahkûmların
Bululara katarım; alır mısın selamı...


                           Salli ala seyyidina Muhammed


Gülleri koklayıp, kokun alarak
Rüzgârı yüzüme sürüp, dermen bularak
Ravzana yönelip, yanarak
Güneş ile gönderirim; alır mısın selamı...


                            Salli ala seyyidina Muhammed


Kah ağlayarak kah gülerek
Pervane misali, huzurunda dönerek
İnleyip, can evimden gözyaşı dökerek
Meleklerle gönderirim; alır mısın selamı...


                    Salli ala seyyidina Muhammed


Çok özlerim, arzular yanarım ama
Cismim ile yüz süremem ravzana
Ruhumu ile dururum yüce divana
Kabul eder misin bu garibi şefaatına


                       Salli ala seyyidina Muhammed


Divane; yazamaz O’nu hiçbir kalem
İdrake sığmaz, anlatamaz vasfını kelam
Yaratıldı şanına on sekiz bin alem
Cümle alemle gönderirim; alır mısın selamı...


                   Salli ala seyyidina Muhammed (S.A)



------------------------ Bir'e


BİR’E


Yön bir, yol bir, gideriz bir bir
Atom bir, yıldız bir, galaksi bir
Parça, bütün; bir, bir
Hava bir, su bir, ekmek bir
Beyin bir, yürek bir,
Ulaşırız; Bir’e bir"

 Posted by Picasa

Ya Resulullah ....... ARAR ASLINI

 Posted by Picasa

YA Resulullah


Sanıdır bu iştiyak, sanadır bu firak
Huzuruna gelmeye ne yüz var, ne yürek ..




Arar Aslını



Insan; buldum der, yine arar
Nefsim; kondum der, yine uçar
Gafil nefsim; aldım der, yine ister


Ister; seni nefsim, yine SEÇER
Ölçtüm der; az bulur yine Biçer
Aslını arar, aslında olanı özler
Asıl çok yakın, o uzakları gözler ..


Dünyalar kurar, hülyalar kurar
Değini yaptım anında kırar
Ular, ekler, yıkar, döker
Boynunda yular, yularını arar ...


Arar; ilk gördüğünü, kendini
Arar; o hitabı, o sözü
Arar, o güzelliği, o Cemali
Arar; o lezzeti, o hazzı
Arar; aslını, o özü ..


                                              20.12.1995

------------------------------------ Ali



Ali
Ali; yalnız, kimsesiz, sesiz
Saç baş dağınık
Alem uykuda. O, uyanık..
Göz; açık. Yürek; yanık…
Gece saatin üçü
Gidiyor adım adım
Güçlü ayaklar yalın
Önüne geçip, baktım
Al, aç mı sın?
-Teşekkür ederim
Lütfen. Aç isen, bir şeyler yiyelim.
- Nere de ağbi?
Hemen şurada, işkembecide
Geriye dönüp baktı.
- Sağ ol ağbi
- Ben tokum
Ey sürekli yiyip aç olanlar..
Hiçbir şey istemeyip tok duranlar
Şükredenler, hamd edenler
Bütün arzularım; Ali’de bitti
Bir kaldırıma bir bana bakıp gitti.
Alim;
Görmezler seni,
Kim duyar sesini...?
Kim siler …irini
Bu halk nasıl temizler
Kör düzenin pisini?
Işıklar sönmüş.
Şehir uykuda, sen uyanıksın
Halka küsüp, dertlerini
Kaldırımlara yazmışsın
Karşıda ki mi ……?
Hırsız düzenin namuslu bekçisi
Ekmek uğruna.. Emekçisi
Alim;
Güneş elbet doğar,
Uyanış, hangi şafağa?
Kafa karışık, gözler yorgun
Kalkar mı bu halk sabaha?
Alim;
Geçer bu sıkıntılar unut,
Yeise düşme;
Enerjimiz, gücümüz umut..
Demirtepe /Angara
(Çığlık’tan)
//////////////////////////////////////////////////
Hikayesi:

1990 başlarında Angara Maltepe'de Aytuna pasajında küçük bir dükkan işletiyoruz. 
Kışın gelerek; Pasajın koridorunda ki kalorifer peteğine yaslanıp ısınan Saçları sakalı uzamış. Genç bir delikanlı..
 Kimseyle konuşmaz. 
Sessizce koridorun kalorifer peteğine sırtını  dayar ısınır, gider.. 
Çoğu insan bu pejmürde kıyafetli insanı , "insan" bile görmez.
 İlgilenmez.Hatta kimseye zararı olmamasına rağmen kovarlar .. 
 Biz onun adını öğrendik..
 Ali.. 
Her gördüğümüzde çay vs söyleyip ilgilendik. 
Yemek söyleriz 
Aç ise kabul eder yoksa istemez.
 Konuşmaları az. 
Cevapları kısadır..
 Özellikle öğrencilerin sınav dönemi fotokopi çekimi fazla olur. Onlara ders notları hazırlarız.. 
O günlerde geceleri de çalışırız.
 Gece çalışmalarımızda acıkınca lokantalar kapanır, bizde hala faaliyetini sürdüren Sümer Sokak başındaki (Demirtepe de, SÜMER 1 de bulvara yakın) işkembeciye uğrarız.. 
Bir gece yine işkembeciye giderken tam da Necatibey köprüsü üstü civarında, banka karşısında Ali ile karşılaştık.
Bu karşılaşma ile duygularımızı kalame aldık.
https://www.antoloji.com/ali-32-siiri/?siralama=p
 Posted by Picasa

--------------------------------Biz için

 Posted by Picasa

---------------- Deli

 Posted by Picasa

------------------------ Çığlık








 ÇIĞLIK

Kardelenler açacak,
taşlaşmış beyinlerde

Yakında..
Çok yakında;
ulaşacağız, güzelliklere..

Mor menekşeler;
Hıra da.. Orman içinde
Hüseyingazi çayında,
Gülümsüyor, ağaçlar dibinde
Dallar arasından arasından..

Işıklar;
Süzülmüş dağlardan …
Karayı yalayıp, kaçan dalgalardan
Gaye değil;
Seyretmek yakamozlardan
Irmak olmak, deniz olmak..
Damlacıklardan

Yakında..
Çok yakında;
ulaşacağız, güzelliklere..

Ümran olmak, zerrenin negatifinden
Duymak; çığlığı
O, zamanın ötesinden

Necati Çavdar

https://sairinyeri.blogspot.com/2006/09/lk.html





Kaldırımlar --------------------- Barış

 Posted by Picasa

Vatan ------------------ Bırak Peşimi

 Posted by Picasa

Haydi Söyle -------------- Susmayacağım

 Posted by Picasa

---------------------------------- Cemal'in Çilesi

 Posted by Picasa

Bir akşam vakti ----------------- Korkma

 Posted by PicasaKORKMA!
Korkma gülüm;
Bu dağlar!
Zemheride meyve  verir.
Cilo’da çiçek açar, sümbül olur.
İstanbul’da arar, burada;
Arvas’ı Said’i bulur.
Hz. Süleyman yurdundan
Cizrevi ovasından, Alparslan otağından
Korkma gülüm !..

Eşkıya başkaldırırda
Molla  Hüseyin set olur.
Kurtuluş için  şehit veren;
Esaret için savaş vermez.
Rahat ol bu topraklardan.
Sen bölmezsen; zarar gelmez
Gel diyene bin verir.
Granit görünür de;
Herkese gönül olur.

Korkma gülüm !..
Dokunmayın, işine
Zehir koymayın, aşına
Sevinmeyin, göz yaşına
Merhamet edin!
Kalmış bir başına..
Yeri orası;
Sürmeyin, dağ başına..

Korkma gülüm!..
Yalçın dağlardan
Sular; bire çağlar
Sarp kayalardan
Kuşlar; beraber uçar
Barış; İSLAM’dan geçer

--------------- Feride



FERİDE
Alırlar gece; “malı”
İster, gündüz..
“Kanun adına” canı
Gaye, korumak;
Köhne düzeni.
Uymasa da sisteme
İzanı..
İbrahim ne yapar?
Hiç mühim değil.
Hasta ana aç yatar
Emir, onun değil.
Hemen zindana atar.
Baba gitti..
Suçu: fikir
Aç bilaç kalmışsın
Zira cezayı;
Dünyaya gelmekle almışsın
...
Kapı, geniş
Hücre, dar
Kilit arkasında
Ayrı dünya var.
Hemen çabuk
Yeni şekle uymalısın,
Çileyi beyninde duymalısın
.......
Dışarı zulmette;
Beyinler taş
Rutubetli zindanda;
Aydınlık, loş
Nefes almıyor
Hava, leş
Verilmiş, hüküm
Ümitler sönmüş
Bakışlar, boş
Elinde el işi Murat;
Neye, niçin koş..
Toprak yeşile hasret
Gelmez ki bir kuş.
Elveda...Kaçıncı, veda?
Bir kez etmiş, gerisi boş
Selam mı..?
Belki hayali, geride..
1983/ÇIĞLIK


////////////////////////////////
Hikayesi:


At Ahırlarında bir umut! 28 Haziran 2006 –Ankara Bu gün gazeteleri tararken Yenişafak gazetesinde 'Türkiye'nin en ünlü Cezaevi tarih oluyor ' başlıklı bir haber özellikle dikkatimi çekti. İçine hüzün oturdu. Ve bu gün nice zamandır uğramadığım necaticavdar@gmail.com adresimi açtım. Şiir Evreni’den mesaj var. Çeşitli zamanlarda yazdığım şiirleri göndermiştim. Sağ olsunlar bunları belirli zaman aralıkları ile yayınlıyorlar. Bu defa “Feride”yi yayına koymuşlar.Ve bunun içinde güzel insanlar zahmet ederek yorum yapmışlar. Farklı bir duygu. Ulucanlar Hapsanesi ve Feride..Siz tesadüf deyin ben “Kader… Takdir..” deyim.. Geçtiğimiz Pazar günü Mimar Sinannı Ankaradaki tek eseri Cenabi Ahmet Camiini ziyarete giderken önünden geçerek sevgili eşim ve yanımızdaki akrabalara “bizim mekan” dediğim yer.. Hemen Yenişafak gazetesini aradım. Ali Eyvaz kardeşimden haberin kimin tarafından yazıldığını öğrenmek için sordum.”Bilmiyorum. İmzasız ise ajans yapmıştır” dedi. Başkan Melih, bir zamanlar Ankara’ya geldiğimde “orduevinde yer yok”” cevabı aldığımız için yakında bulunduğundan gelerek zaman zaman kaldığım eski şehirler arası terminal yanındaki oteli yıkarak şimdi yerine dev “Başkanlık Sarayı” yaptırıyor. Yani bir bir hatıralarımız zamana dayanılmıyor yok oluyordu.Ulucanlarda öyle işte.. Neyse.. 1980 yılında Hakkari Yüksekova'da iken.. Herkesin arkasından söylediği şekli ile bir 'Şerefsiz'in yüzüne karşı, bizde 'Şerefsizliğini' açıkça ilan etmiştik. Başka bir “şerefsiz” şahidi oldu. Verdiler askeri mahkemeye. Van, askeri mahkemesi, 'beş gün cezamıza, iki gün infaza, üç gün hapis yatmamıza' karar verdi. Ancak karar, uygulanmayarak başka bahara havale edildi. Bu arada Kenan “kaniatın” düdüğü öttürmesiyle, dış dünyayı kapatılan memleketimizde, meşhur söylevlerinden birini vermek ve ilk seyahatini Van’a yapmak üzere yola çıkarken bizde acilen Yuksekova’dan, “ordu”dan ayrıldık. Ceza zaman aşımını beklemek üzere kaldı. Ailemiz Çorum’da biz Ankara’ya yerleştik. Fakat, adresimiz ve yerimiz bilindiği halde bir başka şerefsiz, halkın içinde rencide etmek isteyerek yaşlı babamı sıkıştırmış. Babam bunu bana intikal ettirdi. Hemen kağıdı kalemi alarak sözde o yetkili işgüzara mektup yazdım, adresimi de belirttim. Alaca, Ankara’ya yazmış onlarda Dikmen karakoluna. Benim Demetevler’de işyerim var. Dikmen polis karakolundan bir görevli gelerek durumu söyledi. “Buyurun” dedim. Kim korkardı.Hain kurttan. Zira eskiden 4 milyon metrekare resmi sınırı olan bir ülkeyi 2 milyon kilometrekare teslim alan “İT”ler, ülkenin tamamını düşmana teslmim ederek kaçmış.. Kalanların bir kısmı ise 585,576 kilimtrekarasine razı olarak “ kurtardık” diyerek tümünü millete hapsane yapmışlardı. “Netekim” Kenan Kaniat da biraz daha sıkı olsun diye tüm ülkeye kilit vurmuştu. O nedenle ha içeri ha dışarı fark etmiyordu. Adresimi,- üstelik mektup yazarak verdiğim -gözünü sevdiğim devletimin görevlileri bularak hapse koyma işlemini yapmak üzere “polis” göndermişlerdi. (Dikmen karakolundan dönemin polisi Cabbar! -eğer yaşıyorsa kulakları çınlasın- o işleri yi bilir..) Böylece hayatta neler olup olmadığına bu cepheden de bakmak için Ulucan’lara 1983 yılında 'üç günlüğüne' bizde misafir olmuştuk. Zamanında jandarma kışlasını hapsane yapmışlar. Yönetim binası karargah.. At ahırları da koğuşlar.. Ha.. Seyislerin kaldıkları yerlerde varmış! Bunlarda özel misafirlere tahsisli gözde alanlar, yani “Köşk”.. Eee.. Ahıra göre gerçekten buralar “köşk” konumunda idi. Hatta Ecevit’e tahsisli olanına da “ Hilton “ diyorlardı. Kimler gelip kimler geçmişti. Kader… Ülkeye çivi çalmayanlara inat, yüce dağlar arasında yol vermez, kervan geçirmez “Zap” suyunu aşmak, altıay gün yüzü görmeyen insanvların biraz olsun” nefes” almasını sağlamak üzere asma köprü yapan Denizleri; burada, kavak ağacı dibinde…Yani yönetim binası önünde bir sabah, ibreti alem ve yeryüzünde kötülükleri savmak(!) adına sallandırmışlardı. Doğru yanlış.. Sağcı, solcu..Bu ülke için düşüne, yazan bir çok insan önce Mamak, sonra buradan geçiyordu. Onlar “siyasi” olduğu için dışarı çıkamıyor.Bizler ise “atahırlarında” geçireceği günü az olduğundan “mahpusluğa” bile layık insanlar görülmediğimizden olacak, istersek onlara yemek götürebilirdik. Öyle yaptım.Ve onlardan Mamak hikayeleri dinledim. Ve onlardan birilerinin söylediği şu sözler hiçbir zaman kulağımdan çıkmadı. “Bir gün gelecek.. Buraların..Mamakların..Kitapları yazılacak… Şiirleri yazılacak..Tiyatroları oynanacak” O günün şartlarında sıradan(!) sözlerdi. Ama bu gün galiba o gün.. O tanıklık ve hayat tecrübesi içinde bizde geçtik Ulucanlar at ahırlarından.. 
Koğuşumuzda Murat isminde bir genç vardı.. Hiç kimse ile konuşmayan. Sadece el işi yaparak hem gününü geçiren hem de ihtiyaçlarını karşılayan.. 
Gönüldekini nakışlara döken genç. Gizliden gizliye “müebbet alacağı” söyleniyordu meraklı kulaklara.. 
Artık bizim için içerdekilere “veda” zamanı gelmişti. O vedaların kalanlar için ne kadar zor olduğunu çeken bilir.Herkesle “veda” ettim.. 
Ancak sırı ona gelince… Murat için yapamadım. Veda sözcüğünü ya da onu çağrıştıracak bir kelime söyleyemedim. Ona “Dışarıdan bir isteğinin olup olmadığını” sordum. 
Hiç kimseye konuşmayan, sorulan sorulara cevap vermeyen delikanlı Murat, başını kaldırdı ey işinden “Ulus’daki Feride’ye selam söyle” dedi.
 Kimdi Feride? .. Sormadım. Adres de almadım. “Tamam! ” der gibi hüzünle selamımı kalbime yazarak ayrıldım Murat’tan..
 At ahırlarından ayrıldıktan sonra yönümü Ulus’a çevirerek, tam heykelin bulunduğu alana gelip, “Feride Murat’ın …Selamı var” diye farklı yönlere dönerek farklı yerlerde birkaç kez tekrarladım. 
Yanımda yöremdeki insanların “bu adam kime diyor? ” diyerek çevrelerine baktığını hatırlıyorum. 
Onlar, belki de “kafayı yemiş biri” zehabına kapılarak “hüküm “ vermiş de olsalar, aldırmadan yoluma devam edip, yuvama döndüm.. 
İşte bu şiir.. 
Umudu tükenmiş bir delikanlının nice canların alındığı “Ulucanlar”atahırlarında içinde beslediği bir umut mu bilmiyorum? 
O Feride’nin anlatımıdır. 
Kim ne, anlarsa.. 
Necati Çavdar
https://www.antoloji.com/feride-7-siiri/?siralama=p


///////////////////////////////////////////////////



Necati ÇavdarAt Ahırlarında Bir Umut! albümüne 258 yeni fotoğraf ekledi — Ankara Ulucanlar Cezaevi'de.
1 Mart 2013

At Ahırlarında Bir Umut!

At Ahırlarında Bir Umut!

Feride :
httpa//www.antoloji.com/feride-7-siiri/

Biz İÇİN :

http://www.antoloji.com/biz-icin-siiri/

Güneş Doğunca Batar
httpa//siirler.love.gen.tr/necati-cavdar/gunes-dogunca-batar.html

Görüş Günü
httpa//www.siirevreni.com/modules.php?name=News&file=article&sid=11475
Görüş Günü

Bu gün görüş günü;
Ses gelir:
Veliii..
Ziyaretçi var
Dost kardeş bir arada
Kalpler efil efil
Telden tele mendil sallar
Yürekten yüreği selamlar
Delin olmuşum; mapushane içinde
Seni senden sormaya dayanamadım
Yarın diner mi o görüşün ateşi..?
Kalpten kalbe mendil sallar
Candan cana selamlar..

Necati Çavdar

http://www.antoloji.com/gorus-gunu-12-siiri/

Feride' için yazdığım gibi hapsane ile ilgili bir birine ek olan şiirlerin, ayrılmasıyla oluştu “Görüş Günü “ ve ”Çığlık” ismini verdiğim kitap da da zeten ekli olarak yazıldı.
'Görüş Günü 'aslında başlık değil, 'Bu gün görüş günü' diye başlayan bölümün bir mısrası.
Ve ben uzun şiirden ayırmak için “görüş günü” başlığını koyarak gönderdim.
Camlar ve teller arasından ziyaretçi kabul edenler..
Ve o ziyaretçilere, hele de kucağında çocuğu ile gelen “yar” ise “ nasılsın?
Diyemeyenler
“ Delin olmuşum; mahpushane içinde
Seni senden sormaya dayanamadım” diyebilir.
Görüşün sevinci ile- yanında jandarma yada gardiyanlarda olsa – giderek, ziyaretçilere bir şey belli etmese de dönüşün acısını yüreğinde duyanlar,
“Yarın diner mi o görüşün ateşi..?
Kalpten kalbe mendil sallar Candan cana selamlar..”
der veya denileni anlar.
Gerçektende ziyarete gelenleri -gardiyanlar, jandarmalar eşliğinde-görerek, başı önde geri dönüşünü, koğuşuna girişini, yatağına uzanarak kendi başına kalışını, bir sigara tüttürüşünü..
Hele de bir suçu fikirse…
Ancak yaşayan bilir..
Ve Şiir 'Biz için” diye devam ediyor.
Bu bölümde şahsi çıkarı değil ama toplumumun menfaati için düşünen “fikri için içeri atılanlar” için özellikle Mamak’dan Ulucanlar’a gelenleri görünce yazdığım bir bölüm.
“BİZ İÇİN
Zonk zonk zonklayan beyni,
Çilesi, fikir..
Bir garip inler ta uzaktan! .
. Sana senden de yakın.
Sana sevdalı..
İnsan için, sen için..
Her an dilinde şükür
Bir yiğit sesi gelir zindandan
Zulmü katık yapmış ekmeğine
Sen için, ben için, biz için..
Feda etmiştir kendilerini
Biz için.
Senin hayalin;
Onun hayat kaynağı.
Neden yaşamayız
Biz için,
Hepimiz için..”

Necati Çavdar, edebiyat çevrelerinde gezen..
Sanatı “ desinler “ diye yapan ve onun gereğini yerine getirenlerden değildir.
Hiç bir edebiyat akımının takipçisi ve bendesi değildir.
Hemen hemen bilenen hiçbir kalıba vurulamaz ve hiçbir ideoloji, ya da resmi söylemlerle tarif edilemez.
Kendine has bir kişilik ve üsluptur.
Yazdıklarını da yaşayarak yazar, acılarını yüreğinde duyduklarını kaleme alır.
Belki sanat ve edebiyat değeri de yoktur.
Ama o yazar.
Ötesi boştur.
Türkçenin imkanları bu..
Ana sütümüz.
Duyguları ifadede kullanabileceğimiz tek araç ve ortak dil.
Belki de duyguların evrenselliği..
Hakikaten sanalda olsa bir dönem mahpuslara düşmüş, acılar çekmiş insanlarla ayın kelimelerde aynı duygu yoğunluğunda birleşmemiz mümkün ola buluyor.belki öyleleri de vardır.
Böylece ' görüş günü'de 1983 yılında şöyle bir uğrayıp geçtiğimiz Ulucanlar At Ahırları'nda yaşanan hadiselerin birer yansıması .
Saygılarımla..

//////////////////////////////////////////
Bu gün gazeteleri tararken Yenişafak gazetesinde 'Türkiye'nin en ünlü Cezaevi tarih oluyor ' başlıklı bir haber özellikle dikkatimi çekti.
İçine hüzün oturdu.
Ve bu gün nice zamandır uğramadığım necaticavdar@gmail.com adresimi açtım.
Şiir Evreni’den mesaj var
. Çeşitli zamanlarda yazdığım şiirleri göndermiştim.
Sağ olsunlar bunları belirli zaman aralıkları ile yayınlıyorlar.
Bu defa “Feride”yi yayına koymuşlar.
Ve bunun içinde güzel insanlar zahmet ederek yorum yapmışlar. Farklı bir duygu.
Ulucanlar Hapsanesi ve Feride..
Siz tesadüf deyin ben “Kader… Takdir..” deyim..
Geçtiğimiz Pazar günü Mimar Sinanın Ankara’daki tek eseri Cenabi Ahmet Camiini ziyarete giderken önünden geçerek sevgili eşim ve yanımızdaki akrabalara “bizim mekan” dediğim yer..
Hemen Yenişafak gazetesini aradım. Ali Eyvaz kardeşimden haberin kimin tarafından yazıldığını öğrenmek için sordum.
”Bilmiyorum. İmzasız ise ajans yapmıştır” dedi.
Başkan Melih, bir zamanlar Ankara’ya geldiğimde “orduevinde yer yok”” cevabı aldığımız için yakında bulunduğundan gelerek zaman zaman kaldığım eski şehirlerarası terminal yanındaki oteli yıkarak şimdi yerine dev “Başkanlık Sarayı” yaptırıyor.
Yani bir bir hatıralarımız zamana dayanmıyor, yok oluyordu.
Ulucanlarda öyle işte..
Neyse..
1980 yılında Hakkari Yüksekova'da iken..
Herkesin arkasından söylediği şekli ile bir 'Şerefsiz'in yüzüne karşı, bizde 'Şerefsizliğini' açıkça ilan etmiştik. Başka bir “şerefsiz” şahidi oldu. Verdiler askeri mahkemeye. Van, askeri mahkemesi, 'beş gün cezamıza, iki gün infaza, üç gün hapis yatmamıza' karar verdi.
Ancak karar, uygulanmayarak başka bahara havale edildi.
Bu arada Kenan “kaniatın” düdüğü öttürmesiyle, dış dünyayı kapatılan memleketimizde, meşhur söylevlerinden birini vermek ve ilk seyahatini Van’a yapmak üzere yola çıkarken bizde acilen Yüksekova’dan, “ordu”dan ayrıldık. Ceza, zaman aşımını beklemek üzere kaldı.
Ailemiz Çorum’da biz Ankara’ya yerleştik.
Fakat, adresimiz ve yerimiz bilindiği halde bir başka şerefsiz, halkın içinde rencide etmek isteyerek yaşlı babamı sıkıştırmış.
Babam bunu bana intikal ettirdi.
Hemen kağıdı kalemi alarak sözde o yetkili işgüzara mektup yazdım, adresimi de belirttim.
Alaca, Ankara’ya yazmış, onlar da Dikmen karakoluna.
Benim Demetevler’de işyerim var.
Dikmen polis karakolundan bir görevli gelerek durumu söyledi. “Buyurun” dedim. Kim korkardı.Hain kurttan?.. Zira eskiden 4 milyon metrekare resmi sınırı olan bir ülkeyi 2 milyon kilometrekare teslim alan “İT”ler, ülkenin tamamını düşmana teslim ederek kaçmış.. Kalanların bir kısmı ise 585,576 kilometrekaresine razı olarak “ kurtardık” diyerek tümünü millete hapsane yapmışlardı.
“Netekim” Kenan Kaniat da biraz daha sıkı olsun diye tüm ülkeye kilit vurmuştu.
O nedenle ha içeri ha dışarı fark etmiyordu. Adresimi,- üstelik mektup yazarak verdiğim -gözünü sevdiğim devletimin görevlileri bularak hapse koyma işlemini yapmak üzere “polis” göndermişlerdi. (Dikmen karakolundan dönemin polisi Cabbar! -eğer yaşıyorsa kulakları çınlasın- o işleri yi bilir..)
Böylece hayatta neler olup olmadığına bu cepheden de bakmak için Ulucan’lara 1983 yılında 'üç günlüğüne' bizde misafir olmuştuk.
Zamanında jandarma kışlasını hapsane yapmışlar. Yönetim binası karargah.. At ahırları da koğuşlar.. Ha.. Seyislerin kaldıkları yerlerde varmış!
Bunlarda özel misafirlere tahsisli gözde alanlar, yani “Köşk”..
Eee..
Ahıra göre gerçekten buralar “köşk” konumunda idi.
Hatta Ecevit’e tahsisli olanına da “ Hilton “ diyorlardı.
Kimler gelip kimler geçmişti. Kader…
Ülkeye çivi çakmayanlara inat, yüce dağlar arasında yol vermez, kervan geçirmez “Zap” suyunu aşmak, altı ay gün yüzü görmeyen insanların biraz olsun” nefes” almasını sağlamak üzere asma köprü yapan Denizleri; burada, kavak ağacı dibinde…Yani yönetim binası önünde bir sabah, ibreti alem ve yeryüzünde kötülükleri savmak(!) adına sallandırmışlardı.
Doğru yanlış..
Sağcı, solcu..
Bu ülke için düşünen, yazan bir çok insan önce Mamak, sonra buradan geçiyordu. Onlar “siyasi” olduğu için dışarı çıkamıyor. .Bizler ise “at ahırlarında” geçireceği günü az olduğundan “mahpusluğa” bile layık insanlar görülmediğimizden olacak, istersek onlara yemek götürebilirdik.
Öyle yaptım.
Ve onlardan Mamak hikayeleri dinledim.
Ve onlardan birilerinin söylediği şu sözler hiçbir zaman kulağımdan çıkmadı. “Bir gün gelecek.. Buraların..Mamakların..Kitapları yazılacak… Şiirleri yazılacak..Tiyatroları oynanacak”
O günün şartlarında sıradan(!) sözlerdi.
Ama bu gün galiba o gün..
O tanıklık ve hayat tecrübesi içinde bizde geçtik Ulucanlar at ahırlarından..

Koğuşumuzda Murat isminde bir genç vardı..
Hiç kimse ile konuşmayan.
Sadece el işi yaparak hem gününü geçiren hem de ihtiyaçlarını karşılayan..
Gönüldekini nakışlara döken genç.
Gizliden gizliye “müebbet alacağı” söyleniyordu meraklı kulaklara..
Artık bizim için içerdekilere “veda” zamanı gelmişti.
O vedaların kalanlar için ne kadar zor olduğunu çeken bilir.
Herkesle “veda” ettim..
Ancak sırı ona gelince…
Murat için yapamadım.
Veda sözcüğünü ya da onu çağrıştıracak bir kelime söyleyemedim.
Ona “Dışarıdan bir isteğinin olup olmadığını” sordum.
Hiç kimseye konuşmayan, sorulan sorulara cevap vermeyen delikanlı Murat, başını kaldırdı, el işinden “Ulus’daki Feride’ye selam söyle” dedi.
Kimdi Feride? ..
Sormadım.
Adres de almadım.
“Tamam! ” der gibi hüzünle selamımı kalbime yazarak ayrıldım Murat’tan..
At ahırlarından ayrıldıktan sonra yönümü Ulus’a çevirerek, tam heykelin bulunduğu alana gelip, “Feride Murat’ın …Selamı var” diye farklı yönlere dönerek farklı yerlerde birkaç kez tekrarladım.
Yanımda yöremdeki insanların “bu adam kime diyor? ” diyerek çevrelerine baktığını hatırlıyorum.
Onlar, belki de “kafayı yemiş biri” zehabına kapılarak “hüküm “ vermiş de olsalar, aldırmadan yoluma devam edip, yuvama döndüm..
İşte bu şiir..
Umudu tükenmiş bir delikanlının nice canların alındığı “Ulucanlar” atahırların da içinde beslediği bir umut mu bilmiyorum?
O Feride’nin anlatımıdır.
Kim ne, anlarsa..
28 Haziran 2006 –Ankara
Necati Çavdar

FERİDE

Alırlar gece; “malı”
İster, gündüz..
“Kanun adına” canı
Gaye, korumak;
Köhne düzeni.
Uymasa da sisteme
İzanı..
İbrahim ne yapar?
Hiç mühim değil.
Hasta ana aç yatar
Emir, onun değil.
Hemen zindana atar.
Baba gitti..
Suçu: fikir
Aç bilaç kalmışsın
Zira cezayı;
Dünyaya gelmekle almışsın
...
Kapı, geniş
Hücre, dar
Kilit arkasında
Ayrı dünya var.
Hemen çabuk
Yeni şekle uymalısın,
Çileyi beyninde duymalısın
.......
Dışarı zulmette;
Beyinler taş
Rutubetli zindanda;
Aydınlık, loş
Nefes almıyor
Hava, leş
Verilmiş, hüküm
Ümitler sönmüş
Bakışlar, boş
Elinde el işi Murat;
Neye, niçin koş..
Toprak yeşile hasret
Gelmez ki bir kuş.
Elveda...Kaçıncı, veda?
Bir kez etmiş, gerisi boş
Selam mı..?
Belki hayali, geride..
1983/ÇIĞLIK

//////////////////////////////////////////////
Komşum Veyis Taşdemir'in ısrarlı teklifiyle
Ulucanlar Cezaevi müzesini ziyaret ettik..

at ahırlarından/ 20 Şubat 2016 cuma
 Posted by Picasa

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10155783424502700&set=a.10151506011562700&type=3&notif_id=1548337342793289&notif_t=feedback_reaction_generic&ref=notif

/////////////////////////////////////

memleket; Kar gibi bem beyaz kefen giymiş - Deprem 2

Ülkeme kar yağdı sevindik... Beyazlara büründü gelinlik, sandık meğer memleket; Kar gibi bem beyaz kefen giymiş bilemedik.. ... Umulur ki Ak...