23 Nisan 2016 Cumartesi

UYAN (REVAN ...)





Uyan

Müslüman elinde "Revan"...
Esaret ve İşgal de "Erivan"...!
Söylenir,  hatıralardaki gülistan
Hala anlatılır; destan, destan

Diyar diyar esir, Vatan
Di –yar,  di -yar  ağla,  yan
Unutma… İlla uyan… İlla uyan..!
Masallarda kalmasın,  Gülistan?
Uyan  da  dirlik birlik bozulmasın
Uyan ki olmasın Van’da Erivan

23. Nisan 2016 –Ahimesud



///////////////
21 Nisan · 
 https://www.facebook.com/photo.php?fbid=1329283697085528&set=a.103397493007494.7509.100000117305404&type=3&theater

Если вы получаете благословил пятницу. Поздравления и молитвы ….
You get blessed Friday, with greetings and prayers ….

(Foto: Gök Cami 1766 Erivan / Ermenistan)
(Фото: Небесная Церковь 1766 Ереван / Армения)
(Photo: Celestial Church 1766 Yerevan / Armenia)

Revan eski adı yeni adı Erivan. Revan Hanlığı döneminde Hüseyin Ali Han'ın idaresi altında 1765/1766'da yapıldı.
////////////////////////////////

ERHAN AFYONCU

 toprakları Türkler’in yurduydu


http://www.sabah.com.tr/yazarlar/erhan-afyoncu/2016/04/10/ermenistan-topraklari-turklerin-yurduydu
Bugünkü  toprakları bir zamanlar Türkler’in çoğunlukla yaşadığı ve Türk hanlıklarının yönettiği bir bölgeydi. Rusya’nın 19. yüzyılda Türk hanlıklarını işgali ve bölgenin nüfusunu değiştirmesiyle  kuruldu
Timur İmparatorluğu'nun büyük hükümdarı Timur'un 14. yüzyılın sonlarında Revan'a (Bugünkü 'ın başkenti Erivan) hakim olmasından sonra bölgeye Orta Asya'dan Emir Sa'd idaresinde Sa'dlular başta olmak üzere birçok Türk aşireti geldi. Bölgenin ismi de Sa'dçukuru oldu. Timur'dan sonra da bölgede Türk hakimiyeti devam etti. Karakoyunlular ve Akkoyunlular'dan sonra Safeviler bölgeye hakim oldu. Bugün  diye anılan yerin bir zamanlar Türk yurdu olduğu ve bölgenin Ruslar tarafından nasıl Ermenistan'a dönüştürüldüğünü Mustafa Aydın'ın İslam Ansiklopedisi'ndeki "Revan Hanlığı" maddesinden ve yakında Okan Yeşilot'un editörlüğünde Yeditepe Yayınları arasında çıkacak "Ermenistan Türkleri" isimli eserden öğreniyoruz.

OSMANLILAR REVAN'DA
Osmanlı-Safevî mücadelesi sırasında Revan, Osmanlı yönetiminin ilgi sahası oldu. Revan, Yavuz Sultan Selim döneminden itibaren defalarca yıpratıldı. 16. yüzyılın sonlarında Osmanlı savaşları sırasında 1583 Eylül'ünde Osmanlı Devleti'nin hakimiyetine girdi. Revan'a bir kale yapan Osmanlılar, Revan Beylerbeyliği'ni de kurdu. Şehir 1603'te tekrar Safevî hakimiyetine girdi. IV. Murad Osmanlı'nın bozulan devlet otoritesini sağladıktan sonra 1635'te Revan'ı fethetti. Ancak bir yıl sonra Revan tekrar İran hakimiyetine girdi. Safevîler, yeniden teşkilatlandırdıkları Revan'da Sa'dçukuru Revan Hanlığı'nı kurdu.
18. yüzyılda Çar Petro ile birlikte Ruslar Kafkaslar'da yayılmaya başladı. Safevî Devleti'nin dağıldığı bu dönemde duruma müdahale eden Osmanlı, Revan'ı 89 yıl sonra 1724'te tekrar fethetti. Bölgede Osmanlı hakimiyeti tesis edilmişken Nadir Şah'ın İran'da Avşar Türkleri'nin hakimiyetini başlatmasıyla birlikte 1735'te Revan yine kaybedildi. Nadir Şah'ın 1747'de öldürülmesinden sonra Mîr Mehdî bağımsız Revan Hanlığı'nı kurdu. Ancak bölgede zaman zaman Gürcü prenslerin hakimiyeti görüldü.
Gürcüler ile Ruslar'ın 1783'te bir antlaşma imzalamasından sonra Osmanlı ve İran da bölgeye müdahil olmaya başladı.

RUSLARIN İŞGALİ
Ruslar birkaç kere Revan'ı kuşatsa da alamadı. Ruslar, Ekim 1827'de Revan'ı işgal etti. Revan'ı işgal eden Paskieviç'e Revan Kontu unvanı verildi. Şubat 1828'de Ruslar'la İran arasında yapılan Türkmençay Antlaşması ile Revan Ruslar'ın hâkimiyetine geçti. Bölgeyi işgal eden Rus Çarı 21 Mart 1828'de bir emir yayımlayarak Nahcivan ve Revan hanlıklarını ortadan kaldırdı. Ordubâd bu iki hanlığın topraklarına eklenerek Ermeni vilâyeti oluşturuldu. 1844'te oluşturulan Kafkasya Genel Valiliği'ne 1850'de Revan da dahil edildi. 1868'de oluşturulan Revan Vilayeti, Erivan, Gence, Gümrü, Nahcivan, Yeni Beyazıt, Derelgez ve Eçmiadzin'den meydana geliyordu.

NÜFUS YAPISI DEĞİŞTİRİLDİ
Ermeni vilayeti kurulduğunda Müslümanlar çoğunluktu. Ruslar kademe kademe bölgedeki Türk nüfusu azaltıp, Ermeni nüfusunu artırdı. 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Osmanlı topraklarından ve İran'dan on binlerce Ermenin bölgeye göç ettirilerek, nüfus dengesi değiştirilmeye başlandı. Şehirdeki camiler ya kilise ya da depo yapıldı. Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında Rus Çarlığı'nın Ermeniler'i yine bölgeye göç ettirmesi, bölgedeki Müslümanlar'ı da Türkiye'ye göç etmek zorunda bırakması Revan ve civarının Ermenistan'a dönüşmesindeki son adımdı. Ermeni vilayeti kurulduğunda bölge nüfusunun yüzde 74'ünü Müslümanlar oluşturuyordu. Bölgedeki Ermeni nüfusu Ermeni vilayeti kurulduğunda yüzde 21 iken 1916'da yüzde 58'e ulaşacaktı. Aynı durum bölgenin merkezi Revan'da da gerçekleşti. 1908'de Revan'ın yüzde 59'u Türk iken, 1917'de bu rakam yüzde 45'e düştü. 1932'de ise yüzde 6'ya kadar inecekti.
1917'de Çarlık Rusyası'nın yıkılmasından sonra Ermenistan kuruldu. Bu dönemde Kafkaslar'da ilerleyen Osmanlı ordusu Revan'ı aldı. Ancak bu dönemdeki şartlar yüzünden şehir Ermenistan'a geri verildi. Gümrü Antlaşması Türkiye-Ermenistan sınırları belirlendi. Sovyetler Birliği döneminde Ermenistan'da Türkçe yer isimleri değiştirilerek Türkler'e ait izler silindi.


//////////////////////////////////////

ERMENİLERİN AZERBAYCAN'DA YAPTIĞI KATLİAMLAR
Ermeni Çeteleri ile Rusların Müslümanlara Yaptıkları Soykırımın Belgesi. Sayfa 4Ermenilerin Türklere yönelik katliamları Anadolu'yla sınırlı kalmamış, Kafkaslar'da ve Azerbaycan topraklarında da sürmüştür. Bu konudaki bilgi ve belgeleri, Prof. Dr. Fahrettin M. Kırzıoğlu'ndan naklediyoruz:
"1919 Ağustosunda, Nahçıvan ve Şerür çevresindeki 45 köye Ermeniler asker birlikleri ile hücum etmişler ve demiryolu boyuna yakın köyleri, zırhlı vagonlardan ateş altına almışlardır.
Mayıs 1920 sonralarına Doğru Ermeniler, Erivan'da Uluhanlı yanındaki Karadağlı adlı İslam köyünün ahalisini zorla yerlerinden çıkararak, eşyalarını yağma ile, kendilerini göçe mecbur etmişlerdir.
23-24 Mayıs 1920 gecesi 300'den fazla Ermeni süvarisi, Uluhanlı'nın 5 km. kuzeyinde Cebeçalı köyünü sararak, eli silah tutan Müslümanları bir araya toplayarak bunların hepsini süngüden geçirmişlerdir.
27 Haziran 1920 gecesi yine Erivan'da Hacıbayram ve Haberbegli köylerine baskın yapan Ermeniler, ahalnin malları ile eşyasını hep yağmalamış, birçoğunu öldürmüş; kırgından kurtulan az bir kısmı da, Aras ırmağından güneye geçerken, Ermenilerin baskını üzerine boğulmuşlardır.
Azerbaycan ve başka yerlere gitmek üzere, Erivan'daki Azerbaycan Elçisi'nin verdiği pasaportu taşıyarak Erivan yanlarından trenle Gence'ye giden 500 Müslüman, Gümrü yakınında vagonlardan indirilerek, hepsi öldürülmüştür.
6 Nisan 1920'de Ermeniler, Zengezor, Ordubad, Vedi bölgelerindeki İslam köylerine, türlü askeri sınıflardan kurulu nizami birliklerle saldırarak, zulüm ve vahşiliğin en iğrenç biçimlerini, insanlığını nefret edeceği alçaklıkları yapmışlardır.
Erivan şehrinin 15 dakika ötesindeki Haçaparak köyündeki İslam ahaliye Ermeniler, 16 Nisan 1920 gecesi saldırarak, halkını toptan kırmaya girişmişlerdir. Bu zalim vahşilikten kaçıp kurtulamayan 6 erkek, kamalarla öldürülmüştür. Kadın ve kızların namusu çiğnenmiş, sonra da yakılmış veya öldürülmüşlerdir. Evlerin hepsi talana uğramıştır."
Ermenilerin Azerilere yönelik zulümleri, I. Dünya Savaşı yıllarındaki katliamlarla sınırlı kalmamış, SSCB döneminde ve bu devletin dağılmasının ardından kurulan Ermenistan Cumhuriyeti döneminde de devam etmiştir. Doç. Dr. Yasin Aslan, "Ermenistan Tarihi Yol Ayrımında" isimli kitabında bu konuda önemli belgeler ortaya koymaktadır.
Ermeniler, 13 Şubat 1988'de Dağlık Karabağ'ın idari merkezi Hankendinde (Stepanakert) gösteri yaptılar. Göstericiler, Dağlık Karabağ'ın Azerbaycan'dan alınıp Ermenistan'a verilmesini talep ediyorlardı. Bundan sonra istekler zinciri uzanmaya başladı. 18 Şubat 1988'de ilk Azeri göçmenler Baku'ya gelmeğe başladı. Onlar otobüslere doldurulup geri gönderildiler. Ancak, onlar kısa müddet sonra yeniden geri dönmeye başladılar.
Göçmenler, bu defa Baku yerine Sumgayit'ta kendilerine barınak buldular. Burada bazı olaylar oldu. Bunu diğerleri izledi. 180-200 bin Azeri, zorla Ermenistan'dan kovuldu. Tahminen aynı sayıda Ermeni Azerbaycan'dan çıkarıldı. Kısacası, 1988'den beri devam eden olaylar, bir milyondan fazla Azeri'yi göçmen durumuna düşürmüştür.
1988'de başlayan olaylar, aslında sürgün zincirinin son halkasını oluşturmaktadır. Zira, Ermenistan'da yaşayan Azeriler, bir kaç defa Sovyet rejimi döneminde olmak üzere tarihi topraklarından sürgün edilmişlerdir. Ermenistan Komünist Parti başkanı Arutunyan 1945'te Dağlık Karabağ'ın Ermenistana verilmesi konusunda Stalin'e mektup yazmıştır. Stalin de konuyla ilgili olarak Azerbaycan Komunist Parti başkanı Mir Cefer Bağirov'a mektub göndermiştir.
Bağirov, Stalin'in mektubuna cevabında nüfusunun tamamını Azerilerin oluşturduğu Şuşa'nın Azerbaycan'da kalması gerektiğini, Azerilerin de Ermenilere karşı büyük toprak taleplerinin olduğunu yazmıştır. Bu tür yaklaşım, o zaman bu sun'i problemin kapatılmasına yardımcı olmuştur.
Ancak, eski Sovyetler Birliği Bakanlar Kurulu 23 Aralık 1947 tarih ve 4083 sayılı kararla, Ermenistan'da yaşayan Türkleri "Azerbaycanlı" adı altında Azerbaycan'ın Kura-Aras Ovasına sürgün etmiştir. Aynı bakanlar kurulu iki-buçuk ay sonra, Stalin'in imzasını taşıyan 10 Mart 1948 tarih ve 754 sayılı kararla, daha önceki kararın uygulamaya konmasını sağlamıştır.
Karardan sonra, Ermenistan'daki Azeriler oradan çıkarılmaya başlanmış ve işlem Stalin'in ölümüne kadar devam etmiştir. Söz konusu dönemde 150 bin Azeri ata yurtlarından kovulmuştur.
Asrın başlarında, Ermenistan'daki Azerilerin sürgün edilmesi muhtelif şekillerde gerçekleştirilmiştir. 1927'de İrevan nüfusunun % 70'ini Azeriler oluşturuyordu. Bu yıllarda 130 bin Azeri kovulmuş ve onların yerine Orta Doğu ülkelerinden 100 bine yakın Ermeni getirilmiştir. Bu işlem daha sonraki yıllarda da devam etmiştir. Ermeni tarihçilerine göre, geçen asrın başlarında, Ermenistan'daki 2300 köyün 2000'ini Azeri köyleri oluşturmaktaydı.
1936'dan sonra, Ermeni yetkililer, bu ülkedeki Azeri yer adlarını değiştirmeye ve iptal etmeye başladılar. 1991'de de Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan'ın emrine uygun olarak 90 Azeri köyüne Ermeni isimleri verildi. 1960-1970'li yıllarda, Ermenistan Yüksek Sovyeti başkan yardımcısı Hovanes Bağdarasyan'ın başkanlığında yer adlarının değiştirilmesine başlandı.
İki asır devam eden kovma ve göçürme işlemi sonucunda, 1. 5 milyon Azerbaycan Türkü Ermenistan'daki tarihi yurtlarından kovulmuş ve çeşitli bahanelerle göçürülmüştür. 1988'de kovma işlemi tamamlanmıştır. Şimdi Ermenistan'da numunelik için dahi tek bir Azeri kalmamıştır.
1988'de Ermeniler, ülke nüfusunun % 88. 6 sini oluşturuyordu. Asrın başlarında Ermenistan toprakları 9 bin kilometrekare idi, Azerbaycan toprakları sayesinde 29. 8 kilometrekareye yükselmiştir. Buna, Ermenilerin son zamanlarda işgal ettiği topraklar dahil değildir.
Kabul etmek gerekir ki, Rusya-Ermenistan ikilisinin Azerbaycan üzerindeki baskıları yoğunluk kazanmıştır. Azerbaycan, hemen hemen Lübnan'a dönüşmek üzeredir. Parçalanma tehlikesi henüz ortadan kalkmamıştır. Ermeniler, Dağlık Karabağ'ı Ermenistan ile birleştiren Laçin Koridorunun kontrolünü elinde bulundurmaktadır. Azerbaycan topraklarının % 20'si Ermeni işgali altındadır. Diğer taraftan, Ermenistan Mayıs 1992'de Laçin ve Kelbecer bölgesinde "Kürdistan Cumhuriyeti" kurulduğunu ilan etmiştir.
Ermenistan'daki muhalefetin yayın organı Azatamart gazetesi Azadlig (Hürriyet) Radyosu Ermeni Servisinin eski başkanı, Rusya-Ermenistan ilişkileri Teşkilatı başkanı ve Daşnaksütyun Partisi'nin liderlerinden Eduard Oganisyan'ın sansasyon niteliği taşıyan bir beyanatını yayınlamıştır. Oganisyan beyanatında, Ermenistan hükümetinin Rusya'yla birleşme konusunda gizli anlaşma imzaladığını ifade etmiştir. Ancak, bu gerçek gizli tutulmaktadır.
Ermenistan bölgede kendisine has bir rol oynamak istiyor. Onun ne tür rol oynamak istediğini öğrenmek için Rus ve Ermenistan basınında yer alan yazılara bir göz atmak yeterlidir.
Kafkasya'da Osmanlılara karşı harb eden ve girdikleri mahallelerde zulüm yapan Hınçak Gönüllü çetelerinden bir grup. (İzk gazetesi 2 Mart 1915)Ermenistan Pedegoji Enstitüsü Felsefe ve Politoloji bölümü eleman- larından 1963 doğumlu Artur Gevarkyan'in Naş Sovremennik (Muasirimiz) dergisinin 1993/4'cü sayısında yer alan "Sovyetler Birliği Yerine Turan mı?" başlıklı yazısı bir çok bakımlardan ilgi çekicidir. "Üçüncü Roma'nın" diriltilmesini bir Rus'tan daha ateşli şekilde savunan Gevorkyan konuyla ilgili düşüncelerini kısaca şöyle özetlemiştir:
"Ermenistan, Rusya'nın Kafkasya'daki destekçisi, tabii ve tarihi müttefikidir Ermeniler, Anglo-Sakson, siyonist ve Pantürkistlerden oluşan korkunç üçlüden, Pantürkistlerin (Turana giden) yolunu kesmektedir. Rusya, Ermenistan, Gürcistan, Sirbistan ve diğer Hıristiyan milletlerin tek kurtuluş yolu "Üçüncü Roma'yı" yeniden diriltmektir."
Bazı Rus yetkililer, Kafkasya'yı dış ülkelerin etkisinden korumak için onun ateş çemberine alınmasının gerekli olduğu tezini savunmaktadırlar. Böyle bir durumda Türkiye ve İran gibi bölgeyle yakından ilgilenen devletler, bu ateş çemberini yarıp bölgeye giremeyeceklerdir. Vadim Simburski'nin Segodnaya gazetesinin Nisan/1994 sayılarından birinde yer alan yazısı buna en güzel bir misaldir. Simburski düşüncelerini şöyle özetlemiştir:
"Rusya'nın çıkarlarına direkt tehlike oluşturan tek bölge Kafkasya'dır. Kafkasya'da milli devlet olarak kalmak isteyen 'Azerbaycan' ve 'Gürcistan' gibi küçük imparatorlukların olması Rusya'nın çıkarlarına uygundur. Söz konusu bölgede, Rusya'nın çıkarlarının korunması için çalışacak inkılapçı güçler mevcuttur. Bunun için bölgedeki 'İstikrarlı İstikrarsızlık' korunmalıdır. Zaten, böyle bir durum yıllardan beri oluşmakta, Türkiye ve İran'ın serbest hareketine engel olmaktadır.
Bölgede anlaşmazlıkların devamlı olarak aşağı seviyede seyretmesi, Rusya'nın çıkarlarına uygundur. Çünkü, böyle bir durum, Türkiye'nin bölgeye sokulmasına engel olacak bir ateş çemberinin oluşmasına katkıda bulunacaktır.
Rusya, Hazer'in batısında bu tür davranırken Hazer'in doğusunda istikrarı korumalıdır. Çünkü, Kazakistan yari Rus bölgesidir. Kazakistan Rusya'nın güney sınırlarını koruyan Güvenlik Kemerine dönüştürülmelidir.
Odenburg, Orta Asya'nın yayılmasına açık olacaktır. Bu yüzden, Rusya Kazakistan ve diğer Orta Asya ülkelerini iç güvenlik kemerine dönüştürmek için elinden geleni yapmalıdır."
1992-1993 yılları arasında Ermenistan Savunma Bakanı olmuş, şimdi ise muhalefetin gayri-resmi liderlerinden Vazgen Manukyan Nisan/1994'te Nezavisimaya Gazetesi ile röportajında, Dağlık Karabağ'ın Azerbaycan'la federe devlet oluşturması zamanının geldiğinden söz etmiştir.
Rusya Cumhurbaşkanı Yeltsin'in siyasi danışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Şurası Üyesi Ermeni Andronik Migranyan'ın teklifi ise bir çok bakımlardan ilgi çekicidir. Migranyan, Nezavisimaya Gazetesi'nin Ocak/1994 sayılarından birindeki makalesinde Azerbaycan ve Gürcistan'in Federe Devlete dönüştürülmesini teklif etmiştir. Migranyan, Federe Devlete dönüştürülmüş Azerbaycan ve Gürcistan'ın Moskova'sız yaşayamayacağını iddia etmektedir. Migranyan, Ermenistan'ın Rusya'nın güney sınırında istikrar ve denge unsuruna dönüştürülmesi gerektiğini de beyan etmiştir.
Levon Şirinyan da daha önce Azatamart gazetesindeki yorumunda aynı teklifi ileri sürmüştü. Şirinyan, başka bir yazısında ise Nahçivan'in Ermenistan'a geri verilmesinin gerekli olduğundan bahs etmiştir. Bu misaller zincirini bir hayli uzatmak mümkündür. Bu misaller, olayların hangi merkezlerden idare edildiğini açıkça göstermektedir.
Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasına engel olan, Türkiye aleyhine açıkça propaganda yapanlar, Daşnaksütyun Partisi ve onun çatısı altında toplanmış bazı teşkilatlar, Moskova yanlıları, önce Gorbaçov'un daha sonra da Yeltsin'in etrafında toplanan Ambatsumov (Ambartsumyan), Migranyan, Kurginyan gibi danışmanlar ve Rus hükümetinin değişik kademelerinde görev yapan Ermeniler ile özellikle Ermeni diasporasıdır.
Daşnaksütyun Partisinin, halkı tahrik etmek ve halk arasında panik yaratmak için 7 Aralık 1993'te yayınladığı haber buna güzel bir misaldir. Daşnaksütyun Partisi Haber Merkezi yabancı kaynaklardan, özellikle de Fransa İstihbarat Teşkilatı'ndan elde ettiği bilgiye dayanarak Türk Ordusunun Medzamor Atom Elektirik Santrali de dahil, Ermenistan'daki bir çok hedefe füze saldırısında bulunacağını bildirmiştir. Habere göre, Türkiye, bu hücumlarına hak kazandırmak için Ermenistan'daki PKK teröristlerinin varlığını bahane edecektir. Haber Nerkezi Başkanı Bagrat Sadoyiyan'a göre, Türkiye, söz konusu hücumlarını Nahcivan topraklarından yapacaktır.
Rus ve Ermenistan basınında Türkiye aleyhine çıkan yazılar büyük yekun oluşturmaktadır. Söz konusu yazılarda, kamuoyu "Türk Faktörü" ile korkutulmak istenmektedir. "Uyanan Dev", "Uyanan Aslan", "Sovyet İmparatorluğunun Ölüm Meleği", "Osmanlı Ruhu Diriliyor" ve "Gelecek İmparatorluğun İki Sütunundan biri" gibi ifadeler sık sık kullanılmaktadır. Ermeni Politolog Andronik de bu tür yazıları dikkate alarak şunları ifade etmiştir:
"Ermenistan, Rusya ve İran, Türkiye'nin Azerbaycan ve Orta Asya ile birleşmesini engelleyebilir. Ermenistan ve İran, Türklerin birleşmesine engel olan faktöre dönüşmelidir. "
Ermenistan, son bir kaç asırdan beri Rus dış siyasetinde önemli yer tutmaktadır. Ermenistan, Rusya'nın Türk-müslüman dünyasında ileri karakol görevini yüklenmiştir. Ancak ne var ki, Rus Milliyetçileri. son bir kaç yıldan beri Türk dünyasıyla dostluk ilişkilerinin gerekliliğininden bahsetmekte ve Ermenistanin Azerbaycana karşi tecavüzünü kınamaktadır. Rus milliyetçilerinin bir kısmı artık Ermenistan'ı Rusya'nın sırtında yük olarak görmektedir.
Moskova Gazetelerine göre, Rusya, Ermenistan bütçesinin % 57'sini ödemektedir. Ermenistan'ın dış yardım olmadan geniş çaplı bir savaşı sürdürmesi mümkün değildir. Azerbaycan Meclis Başkanı Resul Guliyev, Rus Televizyonuyla röportajında diş yardim olmadan Ermenistan'ın savaşı 5 yıl daha sürdürmesinin söz konusu olamayacağını ifade etmiştir. Guliyeve göre, Ermenistan tek bir tank dahi alamayacak durumdadır. Ermenistan'ın destekçileri, muhacerette yaşayan Ermeniler, bazı batılı ülkeler ve Bağımsız Devletler Topluluğuna üye bazı ülkelerdir.
Moskovskiya Novosti gazetesi 1992/13 sayısında "Rusya'nın Kafkasya'dan çıkmasıyla birlikte dengenin bozulacağı ve bölgede Türkiye'nin nüfuzunun hızla artacağından bahsetmiştir.
Gorbaçov Fonu'nun Dağlık Karabağ konusundaki raporu konuya başka bir açıdan ışık tutmakta ve Rusya gibi büyük bir devletin bir çok bakımlardan Ermenistan'a ihtiyacı olmadığını ortaya koymaktadır. Ermenistan, Rusya için gönüllü müttefikten başka bir şey değildir. Rapordaki şu ifadeler oldukça dikkat çekicidir: "Rus-Ermeni ilişkilerinin tarihi geçmişi, Rusya'yı Ermenistan'ı desteklemeğe mecbur ediyor."
Ermeniler bunun farkındadır ve mevcut ortamdan maksimum faydalanmanın yollarını aramaktadırlar. Levon Şirinyan Ermenistan'da yayınlanan Azatamart gazetesindeki yazısında görüşlerini şöyle ifade etmiştir:
"Hiç şüphesiz, yakın gelecekte Rusya, Kafkasya'da en güçlü devlet olarak kalacaktır. Şimdiye kadar, Amerika da dahil bir çok ülke bölgede Rusya'nın çıkarlarına meydan okumaya kalkışmamıştır. Rusya - Doğu Avrupa'yı kaybetmesi ve güneydeki stratejik çıkarları onu Ermenistan'a yaklaştırmaktadır. Ermenistan'ın görevi, Rusya'nın Kafkasya'daki siyasi manevralarını dikkatlice izlemek ve onlardan maksimum yararlanmanın yollarını aramaktır. Bağımsız Devletler Topluluğu çerçevesinde ve karşılıklı ilişkiler şeklinde işbirliğini kabul etmek gerekir. Aksi halde, diğer bir ülke veya ortak, zayıf ve asalak Ermenistan'ın yerini alacaktır. "
70 yıldan uzun bir zamandan beri, Ermenistan'ın Türkiye politikası, batı alemini Türklerin 1. 5 milyon Ermeni'yi öldürdüğüne inandırma ve 1921 anlaşmasıyla Türkiye'nin kuzey-doğu bölgesinde Türkiye'ye bırakılan toprakların geri alınmasına yönelik kampanyaya dayanmaktaydı.
Ayrıca, Ermenistan'daki bütün siyasi partilerin programlarında, Türkiye'ye terk edilen toprakların geri alınması ve Türkiye'yi, Osmanlı Devleti döneminde öldürülen Ermeniler için özür dilemeğe mecbur etme prensipleri yer almaktadır. Bilindiği gibi, Ermenistan'ın Kurtuluşu için kurulan ve kısaca ASALA olarak bilinen "Ermenistan Gizli Ordusu" bu maksatlar için 1974-1985 yılları arasında 45 Türk diplomatını ve onların aile üyelerini öldürmüştür.
Van'ın Rus ordusu tarafından işgali için isyan eden Ermeniler, Osmanlı askerlerine karşı siperlerde savaşırken.Ter-Petrosyan'ın başkanlığında 1990'da Ermenistan Umum Milli Hareketinin iktidara gelmesiyle birlikte, Ermenistan'ın Türkiye siyasetinde önemli değişiklikler baş göstermeye başlamıştır. Ermenistan, Sovyetler Birliğinden ayrılma girişimleri çerçevesinde Türkiye ve İran'la ekonomik ve ticari ilişkilerini geliştirme sürecine girmiştir. Bu yeni yaklaşım, Ağustos 1990'ya yayınlanan Bağımsızlık Bildirisinde de kendi ifadesini bulmuştur. Bağımsızlık Bildirisinde, soykırımın uluslararası kamuoyu tarafından tanınmasının tekrarlanmasına karşın, Türkiye'ye karşı herhangi toprak iddialarına yer verilmemiştir.
Sovyetler Birliğinin dağılması, hassas Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasını tehlikeye sokmuştur. Türkiye'nin, Azerbaycan'ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke olması da gelişmekte olan ilişkileri olumsuz yönde etkilemiştir.
Kasım/1992'de, bir Ermenistan hükümet heyeti Türkiye'ye gelmiştir. Türkiye, iki ülke arasında ilişkilerin gelişebilmesi için 4 şart iler sürmüştür:
Ermenistan, Türkiye ile Ermenistan arasındaki mevcut sınırları tanımalıdır;
Ermenistan, 1915'teki soykırımın uluslararası kamuoyunda tanınmasına yönelik kampanyasını durdurmalıdır;
Ermenistan, Türkiye'nin içişlerine karışmamalıdır; (Burada özellikle Ermenistan'ın PKK'ya yaptığı yardım göz önünde bulundurulmuştur)
Ermenistan, Azerbaycan'ın istediği şartlarda Dağlık Karabağ'da ateşkesi kabul etmelidir.
Taraflar, ilk üç madde konusunda anlaşmaya varmış, hatta Türkiye ve Ermenistan enerji bakanları Ermenistan'a elektrik verilmesi konusunda bir de protokol imzalamıştır. Zamanın Türkiye Dışişleri Bakanının, protokolün içeriğini ve önemini izah etmeye yönelik girişimleri Azerbaycan Liderleri ve Türkiye'deki muhalefeti ikna etmemiştir. Bu yüzden, Türkiye, anlaşmayı uygulamaya koymaktan vazgeçmiştir.
Bu gelişme, elektrik sıkıntısı çeken Ermenistan hükümetine büyük bir darbe olmuştur. Bilindiği gibi, Ermenistan, enerji ihtiyacının % 96'sını dışarıdan karşılamaktadır. Ermenistan, tabii gaz ihtiyacının % 80'ini Azerbaycan'dan karşılıyordu. Azerbaycan, 1991'in sonbaharında Ermenistan'a gaz vermeyi durdurdu. Ermenistan, bu yüzden Türkmenistan'dan gaz almağa başladı. Gaz boru hattı, Gürcistan'da Azerilerin yaşadığı eski adı Borçali, yeni adi Marneuli bölgesinden geçmektedir. 1995'te, boru hattına en az 10 defa sabotaj yapılmıştır.
Türkiye'nin, Ermenistan'a gidecek uçakların kendi hava sahasından geçmesine izin vermesi ise, dünya kamuoyunu tam karşısına almamak için Azerbaycan'a yaptığı yardımları dengeleme girişimi olarak değerlendirilmiştir.
Dünya kamuoyu, Rusya'nın Çeçenistan'a hücumuyla meşgulken, Karabağ Komitesinden ayrılan Ermenistan Umum Milli Hareketine başkanlık eden Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan, Gorbaçov'un 1988'de Karabağ Komitesine karşı gerçekleştirdiği büyük operasyondan beri ilk defa ülkede geniş çaplı siyasi temizleme kampanyasına başladı. Bilindiği gibi, Gorbaçov, Ter-Petrosyan da dahil olmak üzere, Karabağ Komitesinin 11 üyesinin yakalanmasını emretmişti.
Ter-Petrosyan, 28 Aralık 1994'te tek bir emirle Ermenistan Devrimci Federasyonu olarak bilinen "Daşnaksütyun Partisi" faaliyetlerini geçici olarak yasakladı. Bundan başka, Daşnaksütyun Partisi'ne bağlı bir çok teşkilat ve gazeteyi de kapattırdı.
Ter-Petrosyan, siyasi temizleme girişiminden sonra yaptığı televizyon konuşmasında Daşnaksütyun Partisi'nin uyuşturucu kaçakçılığı yaptığını, siyasi cinayetler işlediğini ve DRO adli terörist teşkilatın 50 kişilik grubunu içinde barındırdığını ifade etmiştir. Ter-Petrosyan, ayni zamanda DRO'nun devlet güvenliğine tehlike oluşturduğunu ve silahlı kuvvetler konusunda casusluk yaptığını da sözlerine eklemiştir.
Ter-Petrosyan'ın bu girişimleri sürpriz olmamıştır. Çünkü, o, uzun zamandan beri Daşnaksütyun Partisi'ne karşı mücadele etmekteydi. Mesela, Haziran/1992'de muhaceretten olan parti lideri Hrair Marukyan'i yeniden Yunanistan'a sürgün etmiştir.
Parlamento sözcüsü Babken Ararktsiyan, Ter-Petrosyan'ın siyasi temizleme girişimlerini değerlendirirken, Daşnaksütyun Partisi öncülüğünde gerçekleştirilen son olaylar ve yürüyüşlerin ülkede siyasi istikrarı bozmaya yönelik olduğunu ifade etmiştir.
Anayasa Mahkemesi, herhangi bir siyasi partinin yurtdışında şube açamayacağını ve lider kadrosunda yabancılara yer veremeyeceğini beyanla Daşnaksütyun Partisi'nin faaliyetlerini geçici olarak yasaklanmıştır. Parti liderlerinin Ermeni olmasına karşın, onların çoğu başka ülke vatandaşlarıdır. Ermenistan'da ise şimdiye kadar çifte vatandaşlığa izin verilmemiştir. Daşnaksütyun Partisi'nin dünyanın bir çok ülkelerinde yaşayan Ermenilerden üyeleri ve Ermenilerin toplu olarak yaşadıkları ülkelerde şubeleri vardır. Parti merkezi Atina'dadır.
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Ermenistan'a dönen tek siyasi parti Daşnaksütyun değildir. "Rankavar Azatakan" (Liberal Demokratlar) da ülkeye geri dönmüştür. Söz konusu parti, daha ilimli bir çizgi izlemektedir. Daşnaksütyun Partisi milliyetçidir ve bir çok konularda hükümete karşı çıkmaktadır.
Osmanlı meclisinde eski Erzurum mebusu olan Karakin Pastırmacıyan'ın (Arman Garo) "Tero" ve "Haço" çeteleriyle Kafkaslardaki Rus ordusuna katılmak için ayrılmadan önce katıldığı dini törende.Faaliyeti yasaklanan Daşnaksütyun Partisi daha önce sol kanat partilerden oluşan bloğun bir parçası olarak seçimlere katılmayı düşünüyordu. Söz konusu blok, Karabağ-Ermenistan Grubu, Aydınlar Birliği, Anayasa Hakları Birliği ve Miras Hareketi gibi kurum ve kuruluşları çatısı altında birleştirmişti. Ancak, Merkezi Seçim Kurulu sol bloğun seçimlere katılmasına izin vermedi. Diğer taraftan Monarşist Parti ve Ermenistan Kadınları Partisi'nin de seçimlere katılması engellendi.
Ter-Petrosyan, 5 siyasi partiyi de yanına alarak oluşturduğu "Cumhuriyet Bloku'yla" seçimlere katıldı. Seçimlere katılma oranının % 55 civarında olmasına karşın, Cumhuriyet Bloku 114 milletvekili çıkararak parlamentoda çoğunluğu oluşturmuştur. Şamiram Kadınlar teşkilatı ikinci sırayı alırken, Ermenistan Komünist Partisi kendisinden beklenen başarıyı gösterememiştir.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Gagik Harutunyan aşırı milliyetçi blok ve komünistlerin yenilgisini izah ederken, onların iyi bir programdan yoksun olduklarını ve egoist davranışlarının seçim sonuçlarını etkilediğini ifade etmiştir. Halbuki, seçim öncesi yapılan kamuoyu araştırmaları, komünistlerin oyların en az % 20'sini alacaklarını gösteriyordu.
Ermenistan, tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşıyor. Çok tehlikeli bir dar boğazdan geçme gayreti içindedir. Halk yoksulluk içinde yaşıyor. Minimum emeklilik bir Dolardan azdır. Devlet İstatistik Dairesi verilerine göre, ortalama maaş 2, 5 Dolara eşittir. Diğer taraftan, Merkezi Seçim Komisyonunun 1991 ve 1994'e ait verileri, son üç yılda ülke nüfusunun % 30 azaldığını göstermektedir. Başka bir ifadeyle, 1993'ün başlarından beri yaklaşık 1 milyon Ermeni ülkeyi terk etmiştir.
Karabağ'daki Ermeniler oradan kaçmaktadır. Rusya ve batıya giden Ermenilerin sayısı süratle artmıştır. Ermenistan Bilimler Akademisi Sosyoloji Araştırma Merkezinin başkanı Georg Pogosyan'in sözlerine göre, Ermenistan nüfusunun % 70'i potansiyel göçmendir. Araştırmalar, Ermenilerin yalnız soğuk ve açlık yüzünden ülkeyi terk etmediklerini göstermektedir. Bunun kendine özgü sosyal ve siyasi sebepleri vardır.
Ermeni gazeteleri, son zamanlarda 1993-1994 yıllarında ülkeyi terk eden Ermeniler arasında yapılan bir sosyolojik araştırmanın sonuçlarını yayınlamıştır. Fikirlerine baş vurulan Ermenilerin % 45'i polis ve buna benzer kuruluşların keyfi davranışları, % 24'ü sosyo-ekonomik sebepler yüzünden ve % 12'si ise serbest ticarete imkan sağlanmadığı için ülkeyi terk ettiğini bildirmiştir.
Ermenistan'ın Dağlık Karabağ ve Azerbaycan'ın bazı bölgelerinde sürdürdüğü savaş ve savaşa bağlı olarak Azerbaycan ve Türkiye'nin Ermenistan'a uyguladığı ambargo hayatı olumsuz yönde etkilemiştir.
Ermenistan, Gürcistan üzerinden Denize açılmak da dahil, komşularıyla özellikle de Rusya ve İran'la ilişkilerini geliştirme gayreti içindedir. Rusya-Ermenistan işbirliği kendisini hemen hemen bütün sahalarda göstermektedir. Bu bakımlardan, Rusya-Ermenistan yakınlaşması oldukça dikkat çekicidir.
"Soğuk Savaş" döneminin sona ermesine karşın, jeopolitik savaş hala devam etmektedir. Rusya'nın zayıflamasına paralel olarak, batili petrol şirketlerinin bölgeye gelmesi ve bölgesel milliyetçilik hareketlerinin güçlenmesiyle birlikte, özellikle Hazer Havzası'nda özel bir uluslararası sistem oluşmaktadır.
Rus Ordusu, Çeçenistan'ın stratejik Argun, Şali ve Gudarmes bölgelerine hücum ettiği zaman Rusya Savunma Bakani Graçov'un cephe hattı yerine Ermenistan ve Gürcistan'ı ziyaret etmesi tesadüfi değildir. Graçov, hem söz konusu cumhuriyetlerdeki Rus ordularını ziyaret etmiş, hem de ülke liderleriyle askeri işbirliği meselelerini tartışmıştır.
Yeri gelmişken hatırlatalım ki, Rusya, Çeçenistan'a yönelik hücumlarında Ermenistan ve Gürcistan'daki üslerinden de faydalanmıştır. Rusya'nın Ermenistan'daki askeri üsleriyle ilgili anlaşma Mart/1995'te imzalanmıştır.
Rusya'da Kafkasya Halklarına karşı antipatinin güçlenmesine karşın, Rusya hükümeti ve hatta bazı aşırı ırkçı ve milliyetçi Rus teşkilatlar Ermenistan'ı çok önemli bir müttefik olarak görmektedirler. Aşırı sağcı Rus teşkilatlar, Ermenistan'ı anti-Türk ve anti-müslüman siper olarak değerlendirmektedir. Ermenistan, Rusya için Türkiye'yi Kafkasya'dan uzak tutmaya ve Azerbaycan üzerinde baskıyı sürdürmeye yarayan bir araçtır.
Ermenistan, başta Türkiye ve Azerbaycan olmak üzere, komşularını rahatsız eden problemlerin çözümünde ileriye ilk adımı atmalıdır. Silahlı Ermeni çeteleri, işgal altındaki Azerbaycan topraklarını terk etmeli ve Dağlık Karabağ problemi, Azerbaycan'ın toprak bütünlüğü çerçevesinde çözümlenmelidir. Mevcut durum, Karabağ Meselesinin artık "Kendi Kaderini Tayin Hakkinin" sınırlarını aşmıştır. Ermeniler, Dağlık Karabağ'a kendi toprakları gözüyle baktıkları gibi, "Üçüncü Ermenistan'dan" bile bahs etmeğe başlamışlardır.
Levon Şirinyan'ın Azatamart Gazetesi'nde yer alan yazısı buna güzel bir misaldir. Kendisinden çok emin görünen Şirinyan, Ermenistan yaylası ve onunla komşu bölgede 20 milyon Kürt'ün "Milli Devlet" fikrine sıkıca sarıldığını, bu yönde ilerlediğini, artık hiç kimsenin onlarin haklarini görmezlikten gelemeyeceğini beyanla, geleceğin daha korkunç olaylara gebe olduğunu ifade etmiştir. Şirinyan'ın hangi kaynaktan su içtiğini anlamak zor olmasa gerek.
Bu tür yazılarla zihinleri bulandırıp bir sonuca varmak mümkün değildir. Şimdi, milleti içinde bulunduğu ağır durumdan kurtarmak için uyanma ve sağ duyulu hareket etme vaktidir. Tarihi tecrübeler, kin ve nefrete dayalı politikaların iflas ettiğini ve gelecekte de iflas edeceğini göstermektedir. Bu yüzden, bölgedeki son gelişmeler ve Ermenistan'daki genel durum, Erivan'ın sağ duyuyla hareket etme ve bölgede istikrarın sağlanması için cesur adımlar atmasının zamanının geldiğini göstermektedir.
Dünyanın odak noktasında yer alan Türkiye, bölgede istikrar unsurudur. Bu kuru bir iddia değildir. Pravda Gazetesi, Kafkasya ve Orta Asya ile yakından ilgilenen ülkelerin, özellikle de İran'ın bölgeye katkılarından söz ederken, özellikle Türkiye gerçeğini vurgulamıştır. Pravda'ya göre, Türkiye, ciddi yatırım imkanları, modern teknolojisi ve laik sistemiyle Kafkasya ve Orta Asya cumhuriyetleri için en uygun modeldir. Türkiye'nin bu hedeflere doğru yürümesi, yalnız ülkede değil, ülke sınırlarının dışında da istikrar ve barışa katkıda bulunacaktır. Özellikle Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra, bir çok batili ülke, bölgede oluşan yeni jeo-politik ortamda Türkiye'nin önemli rol oynadığını kabul etmektedir.
Financial Times Gazetesine göre, Batı Avrupa ülkeleri Türkiye'yi doğu Akdeniz'de siyasi ve ticaret merkezi, Kafkasya ve Orta Asya'da ise istikrar unsuru olarak görmektedirler. Bütün Avrupa ülkeleri ve Amerika ise Türkiye'yi "Bölgesel Güç" ve "Laik Demokratik Model" olarak değerlendirmektedir. Financial Times Gazetesine göre, Türkiye, Balkanlardan Kafkaslara, Orta Doğudan Orta Asya'ya kadar uzanan bölgede büyük bir istikrar unsurudur.
KAYNAKLAR:
1. Kırzıoğlu, Prof. Dr. M. Fahrettin, Kars İli ve Çevresinde Ermeni Mezalimi (1918-1920), KÖKSAV Yayınları, Ankara 1999.
2. Aslan, Doç. Dr. Yasin, Ermenistan Tarihi Yol Ayrımında, Ankara 1997.
3- Ermeni Alimleri ve Feryat Koparan Taşlar (Rusça) 1902, s 80-123
4- AFP, 6 Mayıs 1994.
5- Azerbaycan Sovyet Ansiklopedisi IV, sayfa 81-82, Azerbaycan Gazetesi, 11 Mart 1994.
6- Moscow News, 11 Aralık 1993, Nu: 46, ITAR-TASS, 31 Ağustos 1993.
7- Nezavisimaya Gazeta, 8 Nisan 1994, Nezavisimaya Gazeta, 18 Ocak 1994.
8- Moscow News, 15 Ocak 1993.
9- Naş Sovremennik (Muasırımız) dergisinin 1993/4 cildi.
10- Segodnaya (Bu Gün) Gazetesi, 9 Nisan 1994.
11- Nezavisimaya Gazeta, 8 Nisan 1994.
12- Nezavisimaya Gazeta, 18 Ocak 1994.
13- Azatamart Gazetesi, 2-8 Kasım 1993.
14- Snark Haber Ajansi, 7 Aralık 1993.
15- Moskovskaya Pravda 24 Eylül 1992.
16- Turan Ajansi, 4 Aralık 1993.
17- Moskovskiya Novosti Gazetesi, 1992/13
18- Azadlig, 12 Mayıs 1992.
19- Azatamart 2-8 Aralık 1993.
20- Soviet Analyst 15 Mayıs 1991, nu: 10.
21- Neue Zeurcher Zeitung, 9 Şubat 1993.
22- Frankfurter Allgemeine Zeitung, 15 Şubat 1993.
23- Wall Street Journal, 25 Ocak 1995.
24- Segodniya, 28 Haziran 1995.
25- Segodniya, 13 Temmuz 1995.
26- İTAR-TASS, 27 Kasım 1994.
27- Snark Haber Ajansı, 1 Aralık 1993.
28 -New Times, Kasım/1994
29-Country Report, 1994.
30- Segoniya, 30 Haziran 1995.
31- Salam (İran gazetesi), 7 Ekim 1995.
32- Moscow News December 8-14, 1995 .
33- Komersant-Daily, 17 Ekim 1995.
33-Nezavisimaya Gazeta, 4 Ocak 1996.
35- Azatamart Gazetesi, 7-13 Eylül 1993.
36- Republik Ermenistan 3 Ağustos 1993.
37- Pravda, 3 Mart 1993.
38- Financial Times, 21 Ocak 1994.
39- Vremya , 5 Mayıs 1993.
40- Los Angeles Times, 5 Ekim 1990.
41- Armenian Weekly, 7 Mayıs 1994.

https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=493969007411547&id=466857736789341











SAIRIN Yeri Necati ÇAVDAR

19 Nisan 2016 Salı

Vatan Hainliği Telafi Edilebilir. Din ve Dile Yapılan İhanetin Telafisi Olmaz.







Vatan  Hainliği Telafi Edilebilir.
Din ve Dile Yapılan İhanetin Telafisi Olmaz.
Necati Çavdar
20016 Nisan/Ahimesud
Yılar önce;
“Yara, Dilim 
‘Kuş’atılıyor ana dilim 
Yapılmıyor; konuşma, bilim 
Türkçe gidiyor; yara, dilim 
Birlik, dirlik olur; dilim, dilim
” (1)
 diye çığlık atmıştık.
Kim duya, kim duyura..?

Batı’nın karanlık, İslam dünyasını aydınlık çağlarında Avrupa’da derebeyler vardı.
Bunlar kontrol ettiği alanın kanını emerek şatolarına  tıkınıp,  bütün alemi  “şato”  etki alanı.. İnsanlığı da  lütfedip içeri aldığı kimi esaretten kimi  azat kabul etmez gönüllü kölelikten dolayı  orada olanlardan ibaret  sayardı..
Diğerleri ya düşman ya da  “yok” hükmünde idi.
Şatolar, surlarla çevrilir,  istenmeden içeri girmek ölümle sonuçlanırdı.
Bu gün  günümüz siyasası ve de   “edebiyat”  dünyası da  bu durumda..
Birkaç şato ve birkaç derebeyden  ibaret..
Şayet şatoya girmiş derebeyin kontrolünde isen varsın.
Değil isen  zaten “yok”sun..
Senin var olmana; derebeyler, dükalıklara,   şatolara hükmeden, klânlar, sanat ” tanrıları”  karar veriyor..
En izleksel, öznel- nesnel söylemsel  imgelerle hermetik, tematik, tikel ve tekil … dizinler”  kurar isen;  oldun.
Yok .. Milletin sesi, dili, yüreği olur isen yandın, “yok”sun..
  …………..
ADALET..ADALET yine ADALET …!
Hukuk- adalet…
Birinde  kanunilik, gücü elide tutanın hakimiyeti..  Çoğunluğun kararı ve onayı..Diğerinde  hakkaniyetlik, mazlumun hakkının  gülcüye karşı korunması, milyarlar karşısında bir kişide olsa onun  Hak’kının teslimi söz konusu..
Nemrut, Firavunlar,  Hitler, Mussoloni, Mustafa Kemal, Stalin, Pol-Pot ve diğer tiranlar,  döfakto  yapay yapı İsrail; elbette yaptıkları işleri dönemlerinin mevcut “hukuki” şartlarına uygun olarak ya da hukuki şartları uydurarak yapmışlardır. Bundan sonra da  halkın onay verdikleri dahil  her türlü dikta heveslisi kimi   güç sahipleri  adaletsizliklerini  “hukukilik” kılıfıyla örteceklerdir. Fakat  o gün insanlar bunu kabul edip sindirse de çoğunluk benimsese de  yanlışlıklar “adalet” kavramıyla değerlendiremez.
Hukukilik;  sıfırdan başlayan artı rakamlarla   ifade edilebilir. Ancak adalet terazisinin artı sonsuz ile eksi sonsuza  uzanan ölçme, değerlendirme imkanı ile  Haklının hakkı, zalimin cezası  belirlenip, sağlanır.
Tıpkı şiirde de okunacak ile çok okutulan, okunan aynı şey değil.
Tanınmış – tanıtılmış; aynı kavram değil ise şair ve “kendine şair diyen/dedirten de aynı değildir.
Ölçü yanlış olunca sonuç da yanlışa çıkar.
Bir kilo,  tüm ölçülebilen ağırlık için bir kilodur. Fakat bir kilo demir bir kilo altı değerinde değildir.
Her değer kendi cinsiyle kıymet bulur, onunla ölçülür.
Kimi dukalıkların şatolarına girip, “klan”lara bende olanlar;  kimilerini şair saymıyor.
“Aruz”un  anlam ve hesap denklemini çözemeyen  “ hece”nin  ölçüsüne boy erdiremeyen elbette zekanın sınırlarını kendi belirleyecek..
Ölçüyü – tartıyı kendi uyduracak.. 
“Hece” ölçülerine uymaya çalışmayı “anakronik  bir tutum” ve de “hece”nin  ifadeye kazandırdıklarına  “ plastik güzellik” “diye niteleyip  hiçbir ölçü,tartı, anlam  kıymetinin semtine ayak basmayarak   “postmodern iştihalar içinde”;  “retoriğini” de  kendi belirleyip  “serbestin”  en derekesinde   efelenecek ki   kendinden menkul “şiir”  vadisinde sözü, kelamı olsun, “varlığı”  bilinsin..
Aksi takdirde  kıymeti ne ola ..?
Mesela..
 Necip Fazıl, onlara göre şair değil olsa olsa  “ikinci seviye..”
Ancak, Stalin’e “kul olup” kominizim arpalığı, imparatorluğu imkanları   ile “tanıtılıp”,  ideolojik cila ile parlatılarak sunulan Nazım Hikmet, bir “nümera..”
Mehmet Akif,  “eh işte”..!
Söylenen söz şu:”Akif’e bazıları şair diyor..Ama…” Aması; aslında “şair değil” demek istiyorlar..

 Şahıs ,  “şiirin adaleti” diye  “eser” yazmış.. Görende  cümle   şiir genellemesi içinde “adalet “arayacak.. ” 1980 Sonrası  Türk Şiiri Üzerine  Eleştiri Ve Tahliller “diye kurnazlık edip, belli tarih kesitinde yazan   herkesi kucakladığı sanılacak..
İlginçtir bu eşsiz esere de, çok şükür  ki üyesi olmadığım  Türkiye Yazarlar Birliği ‘  de  “ Edebî Tenkit” dalında  ödül vermiş.
Tuhaf olanda bu ya..
Ya sözde  “mutedeyin” veya  “mefkureci”  camianın kalem/kelam erbaplarının klanlaştığı   o kurumun “yazarlarla “ilgisi yok.
Ya da “eserin “ eserle alakası..
Veya her ikisi de ..
Kimi “gelenek”, milli  “irfan”  sevdalıları da  “Edebiyat” a  “edeb-siz”lik mührü vuran yayınları yetmiyor gibi kendi benliğinden  “değişim”e, “dönüşüme”  geçiş, maziden kopuş ve de    kaçış  babından acil   “akın”a çıkmış olmalılar ki toplum önüne çıkarıp kürsü tahsisiyle  “söz “söyletme makamında  toplum önüne taşıyarak mükâfatlandırma yarışına girmiş.

Bir  şair için değerlendirmede bulunarak 
“Buradaki malzeme  (izlek ve duyarlık) içsel bir tutarlılıkla şiirin tamamına taşınabilmiş olsaydı, eminim çok daha farklı bir sonuçla karşılaşmış olacaktık. Ancak üzerinde durulması gereken esas  nokta  tematik ve söylemsel  bağlam açısından “”  diye  “milli” dili kullanarak  “anlamsal ve de kavramsal çıkarımlara”  devam etmiş..!


ÖLÇÜ ve REHBER…!
Elbette her kıymetin kendine has ölçüsü olur.
Hatta  ölçüsüzlüğünde  ölçüsü vardır..
Modern zamane şairi olabilmek için;
Epik- ontolojik takılmalı,
Poetik.. bir şekilde  “imgenin “ dili kullanılmalı,
“ethos” ve “pathos” ayaklar çekilmeli..
Eskilerde Yunus, Molla Kasım süzgecinden geçerdi.
Şimdiler de - ise  eser verenler; milletin kültürüne gönül diline, ruhuna uymasa da -  Nietzsche’nin Baudelaire'in  adı sanı bilinmez Octavio Paz’ın “Çarmıhına”  geriliyor..
Yandın Veysel..
Yandın Aşık Şenlik..
Yandın Niyazi Mısrı..
Sen çoktan yosun Fuzuli..
Nedim, Baki  öleli asırlar geçti.
Zira “aruzu” ,  hesap edemeyip “hece” yi kuramayanlar   “manzum” şöyle dursun  “nesri” çoktan terk edip  “yaniii” ve “aynennnn”in kıskacında  düz yazıdan da geçti..

Bütün güzellik ve etkileyiciliği ile  beraber” öykünmesi, neşesiyle
kafirlerden   hegel’i çağırıyorum  ortada vuruşmaya /ismet özel adlı bir zülfikarla  deşiyorum karnını”  yazanı  şiirin semantik dokusu” içinde  “şiirdeki  tarayıcı zihnin alamatifarikasından ibaret  bir durum saymak gerekir “ (şiirin adaleti- s.336) diye  “Nefs-i  Levvame “  makamı (!)  vererek;

Şiirsellik tezgahında, Marksizm anaforlarından İslami kılıfa  monte edilen İsmet Özel’i “tanrı”laştır.. Ve o” tanrı”nın  mabet koruyucusu ve de kılıcı olarak da  milletin başına ali kıran - baş kesen olarak fikir  cellatlığına soyun..
Yetmez…
Kim dinler, kim duyar babından arkasından koşulan ve  “irade”sine  ram olup     “Turgut Uyar” efsanesi uydur..
Biraz da “yedi güzelleme”   izlek ve duyarlığı”    içinde  “deneysel ve avangard”  zırha bürünüp, “var oluşsal tecesüs” peşinde Cahit  Zarifolu  kekremsi  çıkışlar yap...
Sezai Karakoç, “şifalı bitkiler” dükkanındaki (!) hazır kalıplarla teyemmüm edip sanat - edebiyat da da  milletimizin  düçar olduğu  inkraz  ve fetret döneminin figürleri olarak  “Çağdışı sanat ve edeb-iyat-sızılık  “ dükalığının  dar  sokaklarında köşe kaparak  alan hakimiyeti sağlayan  derebeylerine temana et.
Ölçüyü, onlara göre kur.
 İleride..
 “Maraşi “  dükalığı Angara şubesinin   koruyucu- kollayıcısı ve de  başkesni  vaziyetinde   konumlanan   ve bu  “edeb-iyat-sız”  mahfillerin var ettiği takım tarafından  adı çokça anılacak  olan …
 Yoz edebi tarih takipçilerinin   temelsiz ,köksüz  şatonun külhan beyi olarak sitayişle yad edeceği    zatın    parlattığı   ( şiirin adaleti Ali. K, s.1- tanıtım sayfası) Ali “K”, namlı “izleksel eleştirmeni” dinlerken cinnet geçirecek duruma geliyoruz..
" Hermetik, tematik, izleksel, imgesel, siyasal,retorik, neo-epik, poteik “vs
 Milletin kültürüne,  gönül diline, irfanına, değerlerine  aykırı ne varsa ölçüyü bulara göre kurup, kıymet verme sadedinde bulunuyor.
“ Şu söyledikleriniz..
Milletin  kültürüne, gönül diline, irfanına aykırı…
 Millet, bu kelimeleri hiç mi hiç kullanmaz.
Kullanan da hazzetmez..”diye itiraz ediyoruz.
“Kürsî”ye çıkarılmış, güya  “söz” onun ya..
Pişkin pişkin   “sanat  tanrısı “  edasıyla … bunlar modern şiirin gerçeği. Bunları kullanmadan olmaz”  hükmünü dikta ediyor...
Batı, değerleri imiş
 Kullanmak gerek.”miş miş..
Sanki bütün insanlık Batı’dan ibaret.
Doğuda -batıda..
Güneyde - kuzeyde ..
Kıtalar üzerinde ayrı ayrı onlarca medeniyet havzası var..
Milyarlarca insan. İnsanın olduğu yerde aşk da olur, gönül de, ruh da.. Kim kimi tamamıyla kuşatabilir ki…?
Her havzanın ruh iklimi farklı olur.. Her havzada  edebiyatı da sanatı da onu oluşturanlarca ortaya konur.. Elbette Cin ve İnsan olarak yeryüzünde yaşayan iki ırktan biri olma hasabiyle insanlık ailesinin ortak değerleri, buluşulan ortak kıymetleri olacaktır.
Yine de insan kümelerinin, topluluklarının..
Her havzanın kendi değer ve ölçüleri vardır.
Kendi kural ve kurumları bulunur..
Tümünü teke indirip şunun şurası birkaç yüzyıldır etkili olduğu kesin olan “Batı” değer ve kalıpları içinde değerlendirmek, ona tümüyle teslim olmak  üretene, emeğe zulümdür.
Hasılı…
" Hermatik, tematik, izleksel, imgesel, siyasal   retorik, ontolojik " olarak da   geniş çoğrafya da makes bulan Türkçe adına rezalet.. Millet,  geleceği adına tam bir soysuzluk..


ŞİİRİMİZİN  BAŞ TACI MI UTANCI MI ?

Yaşantıyla  beslenmeyen şiirde  zeka, kuru sıkı atan tabancadan farksızdır” dese de
“ Halkımıza inanmıyorum; bir de kımıldamasa
ruhuna da. protez  ya da değil
birde kımıldamasa
Şeklindeki bu örneği “şiir”  diye sunarak ”… şiirinde zekânın başat konumda olduğu aşikâr. Zekânın başatlığı, zekâyla gelişen, geliştirilen  bir şiirsel  oluşumu imler” (şiirin adaleti.s.62)  şeklinde   güya şiir tahlili yapıp, şair değerlendirmesinde bulunuyor..
Anladık;   meğer şair, kimler..?
 Millet de sizin  zekanızı  “mimler” ..!
Bir başka bir örnek:
“Günaydın günaydındır ama

Siz başka sanırdınız

Sanmak zaten biraz da  bir nehre benzemektir
Bir nehre sabahları iki kere benzemektir”  şeklindeki yazıyı  şiir diye değerlendirip   bunu yazan kişi için de “..onu modern Türk şiirinin orta sahasına  yerleştirerek oyun kuruculuk ve etkileyicilik anlamında önemli bir hinterlanda sahip kılmaktadır.
Bunun ‘tehlikeli değil bereketli bir orta saha gücü olduğunu unutmamak gerekir” buyuruyor. (şiirin adaleti.s.67)

SİYASAL CESARET ÖRNEĞİ
Necip Fazılları “ikinci sınıf” şair sınıfına koyarak Durmuş Ali Ekerleri “yok sayanların iktidara, güce  kafa tutan şair örneğinin sözde şiirine bakın:
“mustafayı sevmiyorum kemali  de,  bence sevmiyorum, bir gün bilmeli(..) mustafayla suphiyi seviyorum ama sevmiyorum mustafayla kemali” ( Şiirin  adaleti s.84)
Bu şiir…
Hem de   “kemalizme muhalefet” ve de siyasal cesaret örneğine timsal olacak şiir.
Böylece   önem verilen, değerlendirmeye alınan “böyük şairlerin”  şiirleri ile ortaya koydukları ise “ imgelemin ideolojik, politik çevrelerin dışına taşması, daha doğrusu ideolojik bağlamda merkezkaç bir anlam dünyasını tebelür ettirmesidir”(şiirin adaleti .s.79)

Şiirin yararına işleyen müphemlik “ örneği olarak verilen ve    açıkça “Mustafa “ geçtiği halde  “..  Söz konusu göndermelerin  somut karşılıklarını yakaladıktan  itibaren, şiir   adeta net bir resim gibi açılmaya başlıyor.  Şiirdeki Mustafa ismiyle  
 ‘Ben ile biz ! Bize – mesela-/Mustafa diye birinin hiç/ olmadığını anlat. Öhö öhö” çekerek “siyasal gönderme “ yap,  yüce şairlik makamını kap.(şiirin adaleti s.314
Birde madalya tak..
Aman Allah’ım, aklıma mukayyet ol.

POETİK İFADENİN YAPI TAŞI..!

Kuşkulu Klan” değerlendirmesi:

“..söylemsel unsur (‘uzun gölgeli piç bir keşiş oldu tarih’ ) yaşantısal /varlığın (çapul  gezerdim Lordlarım, hırçın kanımla oralarda  )içinden zuhur ederek varoluş alanına taşınan ( “Bize savaş , arkadaşın düşünce başlar,  dediler;/ Daha  kaç arkadaşım düşecek,/ Dadanmayasın diye sen, kuzgun gibi leşime)  poetik ifadenin yapı taşı. Haline getirilmiştir..
Böylece  söylemsel imge, öznel nesnel arasındaki diyaletiği işleten bir dil olma hüviyeti edinir.”
Kuşkulu Klan” şiirinde  emperyalizme  yönelik ironinin epik tonlamayla  entegrasyonunu da  ayrı bir başarı olarak kaydetmeden  geçmeyelim. “ göz yaşımı kanıma tercih etmem müstesna./Lordlarım; göktaşı idim ya, emre tabiydi yörüngem Ali K. Şiirin adaleti.s. 95)
 Müthiş(!)  örnek..  Ne müthiş değerlendirtme..
 İyi ki milli “edebiyat” hayatımızda bu değerler var..
Yoksa el alemin içine   hangi  düşünce, sanat edebiyat adamı ile  çıkabilirdik..?
Edeb-iyat-sızlığımız mı , bahtsılığımız mı, desem ?…
Belki de  bizimkisi “yazarın kastıyla okuyucunun  algılaması arasındaki  fark bir tür yanlış anlama diye adlandırılabilir  “ (şiirin adaleti.s101)…!

Bi bilmeseydim allahım kafirlerinde bildiği şeyleri yoksa kolay Amerika”  (şiirin adaleti s. 3449 yazanı, “allahım inanmam lazım sana, acil durum ışıklarım yanıyor” diyeni bile  “kozmik “ kılıflarla anlamlandıran , “Allah’ın  irade ve varlığını sorgulama konusu etmesi bakımından tematik olarak doğrudan Allah’a hitaben  yazılması  olmasıyla..”  da “Naat’ın negatifi diye tanımlayan” (şiirin adaleti. s.320-321”;  Ali K  isimli eleştirmene  göre  “şairlerin yer bulamadığı/yer verilmediği   vadide “şair” ol… 
Maalesef,  şiirimizde, sanat ve edebiyatımızda   “izleksel ve de imgesel “vaziyet budur.

Ne yapalım  doğru söze  ne denir ki: “insan nasılsa şiir  öyledir”  ..(şiirin adaleti .113)
…..
Suç; eleştir-men –in değil ki..
Tenkit; eleştiri,
 Münekkit  de “Eleştirmen”…
Üniversitelerde  düşünce firara çıkıp , üretim;  “poydos” diyerek  “kes - yapıştır, ondan -al naklet”i akademik çalışma  sayarak   “aşırma”  doktora konusu  olalı böyle..
İlmi hasiyet, yağcılıkla  zemin değiştirince  “olanlar” normal sayıldı.
Normali ise anormal..
Ne yapsın?
 Edebiyat- sanat dergi, yayın vs ne varsa oralarda yer bulanlar, kürsülerde “söz” söyleme gücü olanlar bunlar..
O da elindekileri değerlendirip aynı mahfillerde yer alacak.
Haksızda değil.
Aslında alkışlanacak  (!) bir çaba.

ŞATOLARA ESİR OLANLAR ..

Bu kendi şatolarını kuran ya da bir dukalığa gönüllü esir olarak kapılanarak - çoğu da “kamu “ imkanı ile -  oradan halkı “gütmeye “ kalkanlar, bilmiyorlar ki şatoları sadece kendilerine ait.
Milletle bir bağları da yok..
Üstelik dijital çağda ne şato kaldı. Ne de orada oturan “edeb-iyat-sız “  asil kan  lordlar familyası..
Kendilerini şatolara kilitleyenlere,   tüm alemi kendi dukalıkları ile sınırlı sayanlara inat;   ne söz (kelam)  ve kalem sahibi yiğitler var ki Anadolu’nun en ücra köşesinde  dünya  parmakları altında,  tüm  cihana  ses veriyor.. Milletin  dili, oluyorlar.
Milletten ve de alemden haberi olmayanlar ya kendi şatolarına tabi olanlara ya da komşu şatolara bakıyor. Dünyayı anlamamaya gayret ederek milleten kopuk hayatlarını sürdürüp tiranlıklarını  koruyacaklarını sanıyorlar.
Halbuki hiç de öyle değil.
Kıymetsizlikle ölçülen kıymet, alıcıya kapatılsa da yeteri pazar bulamasa da  değerinden bir şey kaybetmez..
Üstelik sanal alemin sunduğu imkanları şimdilik yok sayıp, sosyal medyada, bolglarda, e-kitap, bağımsız sitelerde, şahsi yayınevlerinde   yapılan kaliteli üretimi görmüyorlar/görmezden geliyorlar..
Millet hafızasının hala unutmadığı cinsten “Cönkler” devrinin  elektron hızıyla yeniden başladığını kavrayamıyorlar bile..
Oysa boşa çaba..
Güneş apaçık  ortada iken   toplumda “seçtikleri”/ürettikleri “  kimilerini “aydoğdu” diye sahte  aydınlama/aydınlanma peşinde gerek kamu gerekse cemaat/tarikat, sosyal zümre imkanları ile  millete dayatanlar;  hakiki ışık karşında gözleri kamaşıp gerçeği görmeyenler/göremeyenlerdir.
Işık  süratında  hareket eden yeni âlemde  modern şiir izlekçilerinin  “şair” dediklerinin  boy  bile ölçüşemeyeceği  nesir ustası, zeka pırıltısı “Münzev-i  Muhacir” gibi nice  nice “Aslanlar” yatıyor da haberleri yok.

SORGULA..
FAKAT..
SURETİ HAKTAN GÖRÜNÜP HANÇERLEME

Geçenlerde  hem de Devletin malı, milletten besli.. Hükümetin  borazan ve de arpalığı  Tv  de geyik muhabbeti için çağrılanlar da “aynı  teraneyi” söylüyor..
Pes dorusu..
Evet  Mehmet Akif’de eleştirilebilir.. Fakat Sultan Hamid’in  yüceltilmesi için hem de edebi kişiliği üzerinden  Akif’i basamak yapmak, niye..?
Siyaseten eleştir.
Hatta  İstanbul’da işgal altında çalışma imkanı kalmadığından 3. meşrutiyet meclis konumunda Angara’da toplanan/ toplanmak zorunda bırakılan Büyük Millet Meclisin’de  “vekil sıfatı” olduğu halde kişi ve ruh olarak neden “yok” olduğunu sorgula..
Hicaz’da.. Alamanya da..İstanbul da..  Kastamonu da Nasrullah  Paşa  Camii’nde bülbüller gibi şakırken neden  Angara’da ; sadece  Taceddin Dergahı’na kapanıp, yanı başında  Ogüst Mabedini gölgede bırakan Hacıbayram..
Angara’nın sultan (selâtin ) cami, Aslanhane (Alaladdin)..
    Mimar Sinan eseri Cenabı Ahmet Paşa camiinde cevalan eyleyip,  sesin gelmez..
Hayatın hiçbir alanında esamen  niçin okunmaz ?
Karaoğlan Çarşısı’nda gezmez,
Kalenin burçlarında,
Ticaretin kalbi Saman, Koyun, At pazarları, Çıkrıkçılar Yokuşu’nda  gölgen bilinmez,
Haydi uzak diye Bulgurlu  köşkünde görünmezsin..
Keçiveren, Abidinpaşa sırtlarında  hava almazsın ..
Fakat  onca bildiğin lisana rağmen  Işıklar Caddesi’ne kümelenmeye başlayan  yabancı misyonla hiç mi irtibata geçmezsin..?
 Angara’da adeta yoklara karışırsın ..
Hiç  mi esnaf, tüccar, bürokrat bilmez.. berber görmez, kahveci  tanımaz.. Halktan bir Allah kulu  ile niçin  çay içip, sohbet etmezsin... Sahi  500 altına yakın maaş ile  nerelerdesin?
 Diye sorgula, kafa yor…
Angara’da  Teşkilatı Mahsusa durumuna bak..
Eyvallah.
Fakat ..
Ne  Hicaz çöllerinden Çanakkale’ye uzanan ruhu ne de milletin maşeri vicdanının sesi olan “İstiklal Marşı” Şairinin bir mısrasını yazma gücünü bulamadığın halde Mehmet Akif’in  “edeb”i yönüne  laf etme…
Edeb-sizleşme..
……..
Baba katilleri ile aynı safa dizilip, atıldığın hücreden çıkıp çıkamayacağın belirsizken;

Zindandan Mehmede Mektup ‘da

“Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta! 
Baba katiliyle baban bir safta! 
Bir de, geri adam, boynunda yafta... 
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im! 
Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim! “

Diyerek ne olacağını kestirememe endişesi içindeyken bile

Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte! 
Ölsek de sevinin, eve dönsek de! 
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! 
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! 
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir! “ diyebileceksin, o günkü en kötü şart ve mekanda   bu günkü sözde “evliyalar” iktidarını (!) haber edeceksin..
Ama  hiç bir  “çile” izi  bulunmayanlarca şair sayılmayacaksın..
Hadi oradan..!
Necip Fazıl ve “gerçek hakikate” düşman olanları anlarız. Onlar zaman gelir, pişman da olurlar..
Fakat “Necip Fazıl” pazarlayan muhitlerde  “sureti Hak’tan görünüp”  zehir kusanlara ne demeli?
………..
Evet, inanıyorum ki Akif’e İstiklal Marşı, o günün şartlarında yazıldığı mekanın uhrevi havası içinde  dikte ettirilmiştir..
Eminim ki o mekanda , o şartlarda bir seher vakti cüzi  iman sahibi mümin birine de  nasip olabilirdi..
“Mehmet Akif” denen  “millet sevdalısına” nasip oldu..
Ne  ve nasıl olursa olsun   milletin değişmez anayasası sayılan “İstiklal Marşı”,  O’nun kaleminden çıkmıştır ya..
İstiklal Marşı’nın   bir mısrağını “ dizemeyen” kafalar; Akif için “ona şair diyorlar”  deme “edeb-iyat- sızlığı” ile karşı karşıyalar.
Edep dedik te..
Ufak bir makam , mansıp sahiplerinin ayak ucuna yatanlar için  devrin en şaşaalı kişileri ile çıkılan yolculukta  “güç” sahibi sanılan kişiye “edep” çıkışı yaparak onu insan makamına taşıyan  ve bu tavrı ile mana aleminin zirvelerine çıkan  Nabi, elbet de   yoktur..
 Zira  Nabi “edeb”i ve “edeb”iyatına o kadar uzaktırlar ki kendilerinin ulaşamadığı  mesafeyi ölçemeyip,  “ Nabi ve Nabileri yok sayarlar.. Çünkü kendileri o ölçüler içinde sıfır bile değildir. Yıldızların  yanında uydulardan yansıyanın  esamesi okunmadığı gibi..
 O terazilerde kıymetleri olmaz, adları  dahi anılmaz..

ATEŞİN NARI, ŞEYH GALİB’İN “HAR”I
Şeyh Galip gelse  küçük dilerini yutup lal olacaklara;  palan vurmaya layık görür mü,   bilinmez..
Zira..
Onun eşeği bile ;
Acebe kalur u tefekkür ider
Kendü ahvâlini tasavvur ider”
….

Var idi bir eşek firâsetlû

Hem ulu yollu hem kiyâsetlû
Çok çağlar görüp,  geçirmiş..
Hem tefekkür, hem feraset,  hemd e tasavvur sahibi  üstelik “zeki” ve de   “ulu yollu” idi.
Üstelik de;
“Kurd korkar idi kulağından
Arslan ürker idi çomağından
….
“Hoş-nefesdür diyü vü ihl ü fasîh
Hürmet eyler imiş humâr-ı Mesîh”
Soyu sopu mesel olmuştu  hatiplere
Ediplere de nefesi hoş gelirdi..
Çün meseldür ki dir benî âdem
Har eger hâr ü bî-temîz oldı
Çünkü yük tartar ol azîz oldı”
Müzikten anlar. Rast bilir..  Uşak makamına  geçer. Muhayer çalardı.
Düşünüp, anlayana…

ÇİÇEK -  BÖCEK  İLE  ŞİİR OLMAZ”..(!)

Efendim “çiçek - böcek vs ile de şiir olmaz” mış..!

Haydi “benim sadık yarim kara topraktır..”  diyen Halk ve Hak insanı Veysel’in   yaratılma hikmetinin sevdasını anlayamayanlar ;

 
Sen altınsın ben tunç muyum? 
Aynı vardan var olmuşuz 
Sen gümüşsün ben saç mıyım? 

Ne var ise sende bende 
 
Yarın mezara girende 
Sen toksun da ben aç mıyım? 

Topraktandır cümle beden 
Nefsini öldür ölmeden 
Böyle emretmiş yaradan 
Sen kalemsin ben uç muyum? 

Tabiata Veysel aşık 
Topraktan olduk, kardaşık. 
Aynı yolcuyuz yoldaşık 
Sen yolcusun ben bac mıyım
 “ deyişini nasıl anlayacaklar..?

"En izleksel imgelerle hermatik tematik … dizinler " üreten "şair"ler, bu şiirlere de  “şiir” demiyor/diyemiyor.
 Başta işin çilesini çekerek yazanlara “şair “ diyemiyor..
Onlar postmodern öncesi, mitolojide kalıyor.
Zaten Fuzili’nin, Baki’nin, Karacağlan’ın, Hatayi’nin,  Nesimi’nin  esamesi okunmaz.
 O "izleksel, hermetik , tematik imge" sahipleri ; şiir lobileri ve de kontluklarında sefa sürüp yukarda ki şiir den bir mısra üretemeyenler, şairleri cemiyetten de men ediyor...
 E.. ne yapalım ki vatan hainliği sadece toprak satandan olmuyor.  Dile hançer çeken, milli kültüre kezzap dökenlerde de fikri ve edebi anlamda büyük hainlerden olsa gerek..
Hele de “ milli” hars ve hislere yakın duruyor görünerek..


BİR KATRE ZEHİR, GÖLÜ PİS EDER

Gençler..!
Bizim ölçülerimiz var.
Beslendiğimiz, insanlığa yararlı, Hakk’a dayalı bilgelikler, destanlarımız var..
Ama bize ölçü diye sürekli Batı’lı batıl değerleri dayatıyorlar.
İnanmayın onların  “hümanizma”sına
Bakın tümüyle koca Balkan’a
Bakın Cihan harplerine
Yetmez ise Afgan’a
Irak’a
Suriye’ye bakın
Tükürün adaletine
Tükürün..
Yırtın, poetikalarını
Çöpe atın monorisasını
Varken elinde onca destan
Zira;
Suyu arındıramazsın, bir katre pisten

Şiir;  meğer “çile” imiş
Seninki si “çiş”
Şimdilik demem, çüş
Git ve Piş

“İkinci seviye” imiş..!
“Öz yurdunda garip”
Öz yerinde  “parya.. “
Git, çöplüğüne sıvış..

 İşte simge;
Bit bile değilsin
Şahsiyette yavşaklık

İşte imge;
Sanat alanında;
Seviyede; çukur bile yüksektir
Esameniz okunmaz, alçaklık


DİL ve DİN

Dil, elbette yaşayan, gelişen bir şeydir. Değişimden etkilenir.
Ancak bu değişim zoraki olmamalı..
O zaman kendi mecrasında yürür, değiştirip geliştirdiğini   “kendi” malı yapar.
Aksi halde iğreti durur..

Mesela  İslam’ın orijinal metinlerinde olmamasına rağmen “namaz,niyaz, naz “ibi. Oruç gibi kelimeleri  ilk karşılaştığı toplumdan alarak “kendi” malı yapmıştır..
Oysa Arapçada karşılıkları farklıdır.
Fakat millet meramını bunlarla anlatır ve anlar..
Batı üterimi teknoloji eseri olan “motör” ile karşılaşınca üzerine “ Maşallah”  yazar, hiç yüksünmeden kullanır. Fakat ismine de “motur”, der. Kendi malı haline getirir..
Yeter ki müdahale olmasın..
Ortada “g “ harfi varken, “k” kullanılarak  “gardaş”, Türkçenin ses uyumuna aykırı bir şekilde “kardeş” yapıldı. Yapıldı da ne oldu…?
Başımız göğe mi erdi.?
Ermedi  de millet bütünlüğü ile aramıza set kondu. “Gardaş” dediğinizde Bosna’dan Çin seddine .. Vurallardan Basra körfezine kadar insanlar iyi kötü ne demek istediğinizi anlıyordu..
Bu ihanet en masumu..
Hala Anadolu’da yaşayan öz Türkçemizde “Bibi” kelimesi de öyle..
Onun yerine “hala” getirildi. Milletimin hala dediğine de “teyze”..   Ananın bacısı olan “hala” oldu teyze.. Babanın bacısı olan “bibi” oldu, hala..
Yani sağ gösterip sol vuruldu..
Şimdilerde  “kuzen” fırtınası esiyor..
Hayat, kelimemiz vardı. Ve de evlerimizde  “hayat” denen alanımız..
Hayat yerine kullanılan kelimeyi edebimden ağzıma alamam…
Fakat, nasıl yapıldıysa devletin en yüksek makamında olanlar bile bu “edepsiz”lik çukuruna düşmekten kurtulamıyor..
Kalemin olduğu gibi “kelamın” yani “söz”ünde gücü, ağırlığı var.. “Hayat” kelimesiyle yerine kullanılan edep dışı o malum kelimenin ağırlığı bir mi?
Millet,  bin yıllık yolculuğunda bazı kavram ve kelimeleri benimseyip kendi malı etmiş. Bununla oynamanın anlamı ne?
Elbette bir anlamı var.
En basiti şu:
Daha yeni   elli kusur ülke  İstanbul’da bir araya geldi.Orada bizim yetkiliklerimiz “Hayat” kelimesini telaffuz etseler, bir çokları ne denildiğini, konuşmacının  kastını anlayacaktı..
Fakat onun yerine zorlanan kelimeyi kulansalar kimse anlayamadığı gibi bilenlerin yüzü kızarmıştır..
Öte yandan “Hay” diyerek , hayat veren,  yaşatan, diri-lten anılacak.. Hem de  gerçek hüküm sahibi hatırlanacaktı..
 Bedavadan  “sevap”  kazanılacaktı..
CHP güdücülerinin harf değişiminin zor öğrenme maksadından öte “milletin kendi değerlerinden uzaklaştırma” gayesiyle yapıldığını itiraf ettikleri  bilindiği halde neden hala CHP, projesi peşinde gidilir..?
Hem de bugünkü CHP yönetiminin bile uydurma ”ulus” , “ulusumuz” kelimesinden “millet”, “milletimiz” tahtına yükseldikleri bir dönemde.
Geniş tutup 300 milyona hitap etmek, hiç değilse dilde birlik olmak, bilişmek varken  daha ilerisi  kendi coğrafyan da milyarlara  ulaşmak mümkünken  içe büzülerek dili “azınlık”  heveslere kurban etmenin anlamı ne?
Elbette başka diller  bilinmeli..  Çok dili olmak, çok insanla temas güzel..
Fakat kendi dilini terk etmek, budamak, “dilsiz adem” olmak kötü.
Fransızı, İngilizi, Rusu, Çinlisi 500 yıllık dede edebiyatını okur..Fakat bizim milletimiz  dedesinin  mezar taşlarını  bırakın sözde  “inkılaplaşmanın “ öncüsü Mustafa Kemal’in  “Nutuk” denen  siyasi hatıra kitabını bile okuyamaz.
Mehmet Akif’i anlamak için lügat taşıması gerek..
Niçin?
…..

"Vatan hainliği" denen mülke - toprağa - yapılan ihanet, zaman içinde telafi edilebilir..
Hatta yeniden ihyası da mümkündür..
Ancak dine ve dile yapılan ihanetin telafisi zordur. Hatta imkansızdır..

Mesela :
Karabağ..
Filistin..
Alaska..
Amerika…
Uygur..
Kerkük…
Halep böyledir.
Karabağ.. İşgal altında da olsa Azarbaycan bilir ki kendi mülküdür..
Kenan diyarı..
İngiliz eliyle Yahudi yerleştirilip, döfakta işgal edilerek yapay oluşum yapılsa da mülkün sahipleri hiçbir zaman bunu kabul etmez, edemez.
Dönem içinde güçleri yetmese de ruhlarında her daim “vatanı” yaşatırlar. Nesilden nesle milli hüzünle aktarırlar.
 Kıbrıs işgal altında olsa da Halep, Musul ana vatandan koparılsa da millet kabul etmez, hafızasında yaşatır..
Kızılderili; bilir ki,  işgalde de olsa Amerika; asli vatan..
Rus için Alaska, satılan/satılmış toprak…
Köklerinden koparılıp köleleştirilmiş Zenci için kendi nerde olursa olsun  Afrika,  ana vatan..
Bunlar gün olur alınır, bir gün olur  “vatan”a kavuşulur  ya da “ah vah la” yad edilir.. Milli hafızaya kaydedilir.
Ancak..
Dine ve dile yapılan ihanetin telafisi zordur hatta imkansızdır..
İşte Bulgarlar... İşte Macarlar ve başkaları ..
Dil gitti mi milliyet de gider..
Bugün Türk var ise İslam olması sayesinde var ve varlığını da bununla daim kılıyor.
İslam olmasa şu 200 yıldır yaşanan inkıraz döneminde millet diye bir şey kalmaz. Batılının dayattıkları ile bambaşka bir şey olunurdu..
Bu millet, “Türk” Dil Kurumu aracılığı ile Agop Mutafyanların  dile ihanetlerine elli yıl direndi. Ne onlar gibi oldu, ne de onların dayattığı “dili” benimsedi.
 Fakat kendi zannettiği, kendinden bildiklerinin yaptıkları karşısında aynı öz savunmayı yapamıyor. Agopların,  -bir proje olarak millete  dayatılan -  CHP ve de Ecevitlerin  yapamadığını yaptıramadığını  kendinden  bildiği kendi zannettiği her alanda öne çıkarılmış kişi/kurum aracılığı ile sunulan zehri  soluyabiliyor.




///////////////////////////

http://www.antoloji.com/yara-dilim-siiri/
/////////////////////


http://blog.milliyet.com.tr/vatan--hainligi-telefi-edilebilir--din-ve-dile-yapilan-ihanetin-telafisi-olmaz/Blog/?BlogNo=528892


Vatan hainliği telafi edilebilir. Din ve dile yapılan ihanetin telafisi olmaz / Şiir / Milliyet Blog

https://twitter.com/necaticavdar

http://necaticavdar.blogcu.com/din-ve-dile-yapilan-ihanetin-telafisi-olmaz/20556291















SAIRIN Yeri Necati ÇAVDAR

memleket; Kar gibi bem beyaz kefen giymiş - Deprem 2

Ülkeme kar yağdı sevindik... Beyazlara büründü gelinlik, sandık meğer memleket; Kar gibi bem beyaz kefen giymiş bilemedik.. ... Umulur ki Ak...